2. Abdülhamid Dönemi Osmanlı-Rus İlişkileri

Sultan II. Abdülhamid şüphesiz Osmanlı Devlet’i tarihinin çok tartışmalı bir döneminde Padişahlık yapmıştır. Günümüz tarihçilerinin her zaman ilgisini çeken bir siyasetçidir. Peki, bu dönemi bu kadar önemli kılan ne olabilirdi? Osmanlı Devleti’ne karşı tüm yabancı ülkelerin özellikle Rusya’nın ideallerine karşı nasıl bir mücadele verildi veya bu doğrultuda yapılanlar nedir? Neler yapılabilirdi? Bunlar üzerine araştırmış olduğumuz kaynaklar doğrultusunda aşağıda Osmanlı-Rus ilişkilerini ele alacağız… 2. Abdülhamid döneminin en önemli savaşı 93 Harbi niçin kaybedildi? Önlenebilir miydi? Öncesinde ne oldu sonuçları nasıl yansıdı?

Sultan II. Abdülhamid Kimdir?

Sultan II. Abdülhamid, 21 Eylül 1842 (16 Şaban 1258) de doğmuştur. Büyük kardeşi Murad V.’in hal’i üzerine, Osmanlı tahtına çıkmıştır(31 Ağustos 1876=10 Şaban 1293). Kuvvetli bir tahsili olmayan, fakat zeki ve bilhassa hakiki seciyesini ve düşüncelerini gizlemekte pek mahir olan Abdülhamid, dönem şartları ve gelişmelerini takip etmekte ki kabiliyetine rağmen, şehzadeliğinde devlet adamlarının birçoğuna itimat edememişti. Devlet adamları tarafından dikkat çeken bir şehzade olmadığı gibi tahta geçip geçmemesi konusunda tartışma olmamıştır, böyle bir beklenti ilk başlarda mevcut değildir.

V. Murad’ın cinnet alametleri göstermesi üzerine Midhat Paşa’ya karşı, meşrutiyet taraftarı görünerek, teminat vermesi üzerine, Sultan Murad’ın hal’i hususunda ki tereddüt bertaraf olmuş ve tahta davet edilmişti. Zira Ord. Prof Dr. İsmail Hakkı Uzunçarşılı’nın makalesinde yer alan şu kısım ilgimi çekmiştir. Bu söz merhum Süleyman Nazif’ten alıntıdır; “Padişahların en bedbahtı ve hal edilen padişahların da en bahtiyarı idi.”Bu konu hakkında güzel bir açıklama da verilmiştir. (bkz.) Yavuz Selim Karakışla toplumsal tarih dergisinde yayınlana makalesinde Abdülhamid dönemi ile ilgili belirttiği bir konuda kendisinin “istibdad” dönemi diye adlandırılan dönemden dolayı günümüzün Avrupa ve Türkiye kamuoyu, II. Abdülhamid’i Jön Türklerin veya İslamiyet’i siyasallaştırma taraftarı olan kişilerin gözüyle incelendiği zaman “istibdad” dönemi olarak adlandırılmıştır. Hâlbuki Osmanlı halkının bakış açısı ile bakıldığında her iki tarafında iddia ettiği gibi ne “Kızıl Sultan” ne de Ulu Hakan” olmadığı daha iyi anlaşılır.

2. Abdülhamit Öncesi Osmanlı-Rus İlişkilerinin Seyri

Osmanlı Devleti ile Rusya arasında siyasi olarak sürekli ilişkilerin başladığı dönemleri belirtirken yükselme devrini içine katamayız o dönemlerde Osmanlı ihtişamı karşısında durabilecek çok az devlet vardı ve Ruslar o dönemde henüz bir siyasi güç olarak ortada yoktu. 1699 Karlofça Antlaşması’ndan itibaren Mukaddes Liga dolayısıyla Osmanlı için Büyük Petro devri başlar; bu dönemde Osmanlı yöneticileri henüz Petro Rusya’sının reformlarına şüphe hatta istihza ile bakar. Karlofça Antlaşmasının ardından ise Prut Seferi gelir ve akabinde 1700 İstanbul Antlaşması’nda kaybedilen yerler geri alınmıştır.

Daha sonra Büyük Petro Azak Kalesi’ni bu antlaşma ile almıştır. Karadeniz’e çıkamamaktaydı. Kırım’ı ele geçirememişti. Bu gerilim ortamı 1711’de İsveç Kralı XII. Karl’ın Osmanlı topraklarına sığınması ile birlikte Rusya’ya karşı bir savaşın açılması ile neticelenirdi. Çariçe Anna Ivanovna (1730-1740) ve Yelizaveta dönemlerinde,  Osmanlı orduları Rusya ve Avusturya’yla karşı karşıya kalmak durumundadırlar. Buradaki diplomatik anlaşmalarda Fransa’nın etkisi ve ağırlığı açıkça duyulmaktadır. Fransa-Avusturya bloğu karşısında yer almaktadır. Çünkü İngiltere için henüz Rusya’ya karşı Osmanlı taraftarlığı gibi bir şey söz konusu değildir. İngiltere ta, XIX. Yüzyıl başlarında, ancak genç Başbakan William Pith devrinde, Rusya’ya karşı Osmanlı hükümranlığını ve bütünlüğünü korumaktan bahsetmek ve bunu yürürlüğe koymak politikasını izlemeye başlamıştır.

Çariçe-Yelizaveta Petrovna (1741-1761) ile başlayan ve artık Osmanlı-Rus ilişkilerine, Avrupa’nın önemli güçlerinin, yani Fransa, Habsburglar İmparatorluğu ve giderek, hatta İngiltere’nin de karıştığı ve iki devletin etrafında Avrupa kutuplaşmalarının meydana geldiği dönemdir. Avusturya ve Rusya müttefik haldedirler ve Osmanlı hayatında Rusya çok önemli bir yer işgal etmektedir ve ilk önemli Türk askeri reformları da bu devirde yapılmaktadır. Fransa’ya verilen devamlı kapitülasyonlarda göze çarpmaktadır ve devletin ideolojisinde ve hayatında da değişik bir bakış söz konusudur.

Büyük Katerina (II. Catherine) devrine geldiğimiz de özellikle Küçük Kaynarca Antlaşması ve buradaki ahkâmın ve durumun tamamen tasdiki ve Kırım’ın 1783’deki ilhakının da tasdiki demek olan, 1792 Yaş Anlaşmasıyla Rusya’nın artık Osmanlı İmparatorluğu’nda toprak ilhak eden, üstünlüğü olan bir kuvvet olarak tanınması ve bunu önlemeye, durdurmaya yönelik reformların ortaya çıkmasını görmekteyiz.

Sultan II. Abdülhamid’in Rusya Politikasına Genel Bir Bakış

Sultan II. Abdülhamid, İngiltere ile olduğu gibi Rusya ile de olumlu yönde bir siyaset izlememiştir. Bu siyaseti izlerken önde tuttuğu görüş ise genel olarak denge siyaseti idi çünkü devleti ayakta tutması için bu şarttı. Özellikle saltanatının ilk yıllarında ortaya çıkan 93 Harbi’nin Osmanlı Devleti için yük bir facia ile sonuçlanması, padişahta Rus düşmanlığını iyice kuvvetlendirmiş ancak devletin bir daha Rusya ile savaşa girmemesi hususunda büyük bir çaba sarf etmiştir.

İki devlet arasında ki çıkan anlaşmazlıkları da Rus çıkarlarına zarar vermemek üzere, hep diplomatik yollardan halletmeye çalışmıştır. Sadece Sultan Abdülhamid’e ait bir politika değildi bu bunun yanı sıra bazı devlet adamları da Rus taraftarı olan bir politika izlediler peki bu politikanın sebebi devlet adamları açısından ne idi İngiltere ile kötü gidişatın karşısında Rusya ile ittifak kurarak İngilizlere karşı bir güç oluşturmaktı. “Sultan II. Abdülhamid’in dış politikası prensip itibariyle basit, uygulanış bakımında oldukça çetrefillidir.”Abdülhamid Ruslar ile barış içinde birlikte yaşamaya zorlamak için ortamı Japonlarla bile anlaşmayı düşünmüştü. Amacı Rusların gücünü bir nebze olsun kırmaktı. Bu denli zorlu bir düşmana karşı her şeyi düşünüp sürekli aktif bir politika izlemiştir.

Abdülhamid Dönemi Rus Siyasetinin Seyri

2. Abdulhamid devrinde Osmanlı Devleti’nin uzun yıllar süren Rusya mücadelesi, iki toplumun birbirini tanımasında da etkili oldu. Rusya’nın uzak doğu-Sibirya bölgelerine yaptığı sömürgeci anlayışı, sömürgecilik konusunda Avrupa’dan çok sonraları başlamasına rağmen arayı kısa sürede kapatmasına ve hızlı bir şekilde dünyanın en güçlü devletlerinden biri olmasına sebep olmuştu. Rus Siyaseti, temel olarak Panislavizm hareketi etrafında şekillenirken, Slavların çoğunluğunun Ortodoks olması ve Ortodoksluğun merkezinin İstanbul olmasından dolayı Osmanlı Devleti’ni Rusya’nın bir numaralı rakibi haline getirmiştir.

Bu başlık altında Osmanlı Devleti ile Rusya’nın teknolojik altyapılarını, Panislavizm’e karşı Abdulhamid’İn elinde bulundurduğu Orta Asyalı-Türk gücü, Mithat Paşa sorunu, devletlerin karşılıklı ticaret ve ekonomileri ve Rusya’nın Osmanlı Devletinin iç işlerine müdahale girişimlerini ele alıyoruz.

Osmanlı-Rus Modernleşme seviyesi mukayesesi

Sultan II. Abdülhamid dönemi Osmanlı-Rus ilişkilerini anlatmaya başlamadan şu hususa değinmek istiyorum. Osmanlı ve Rusya bir yönden Avrupalı devletlerin gözünde modernleşmeye geç başlayan ülkelerdi. Bu nedenle hep mukayese edilmişlerdir o dönem Avrupalı tarihçiler açısından fakat Rusya Osmanlı İmparatorluğundan bir bakıma erken başlamıştır. Bu nedenle Sultan Abdülhamid dönemine gelindiğinde önceleri alaycı bir ifade ile bakılan Rusya artık gücünü ve ordusunu oluşturmuş bir devletti. 18. Yüzyıl kültür hayatı bakımından iki imparatorlukta da benzeyen kalıplar vardır. Bizim eleştiri eserlerimiz olan “lahiya” eserleri gibi olmasa da Ruslarda da batılılaşma karşıtı olan veya bunu tam manasıyla kavrayamayan aristokratlara yapılan eleştirilere baktığımızda Kluçevski’nin hici şu şekildedir:

“Bunlar Avrupa’da Avrupalı gibi gezinmek isteyen insanlardı. Oysa Avrupalıların arasında, bunlar sadece Avrupa kıyafeti giymiş Tatarlar olarak değerlendiriliyorlardı. Yurtlarında ise, yerli halkın arasında Avrupalı diye nitelenen kimselerdi.”

Sultan’ın Panislavist Düşünceye Karşı Elindeki Gücü

Sultan Abdülhamid tahta çıktığında dış devletlere karşı elinde bulundurduğu ve güvendiği bir mevki vardı; elinde bulunan bu mevki “Halifelik” idi. Bu devirde üzülerek belirtmek gerekir ki yeryüzünde ki Müslümanların yüzde 80’e yakını yabancı devletlerin bayrağı altında yaşamaktadır. Siyasi hatıratında yer alan şu cümle ile bunu da belirtmiştir; “İmparatorluğumuz din, iman ülkesidir ve öyle kalacaktır. Eğer din anlayışı yıkılırsa, imparatorluğumuzun sonu gelmiş demektir. İslamiyet‟ in birliği devam ettiği müddetçe İngiltere, Rusya, Hollanda elimde sayılır. Henüz zamanı değil ama bir gün bütün müminler, birden kalkınacaklar ve tek bir insan gibi hareket ederek gâvurun boyunduruğunu kıracaklardı.” Yani Rusya’nın o dönemde izlediği “Panslavizm” politikasına karşı “Panislamizm” politikası anlayışı oluşturup karşılık verme bir güç oluşturma niyetindeydi.

Panslavizm politik bir malzeme olarak Rusya’nın gündemini Kırım Savaşı yıllarında işgal etmeye başlamasına rağmen, Rusya’nın yabancı devletlerin yönetimi altındaki Slav halklara yönelik politikası Çar I. Petro zamanına kadar inmektedir. Çar Petro, bir taraftan Rusya’nın batılılaşması yolunda büyük bir gayret sarf ederek modern Rusya’nın temellerini atarken, diğer taraftan Rusya’nın açık ve sıcak denizlere inmesini Rus dış politikasının temel amacı haline getirmiştir. Bu amaç, güney yolu üzerindeki İstanbul, Boğazlar ve Balkanları Rusya’nın nüfuz ve yayılma sahası olarak daha önemli hale getirdiğinden Petro, Osmanlı egemenliğindeki Ortodoks Rum ve Slav halklarla daha fazla ilgilenmiş ve Panortodoks bir politikayı hayata geçirmiştir.

Çar Petro, bu politikasının açık bir göstergesi olan 1 Nisan 1702 tarihli bir mektubunda, İstanbul’daki elçisi Tolstoy’a Türkiye’nin politik, askeri, ticari, coğrafi, vb. durumlarını ele alan raporlar yazmasına işaret ederek Türkiye’deki Ortodoksların kültürel ve ekonomik durumları ile ilgili bilgi edinilmesini ve Kudüs üzerinde Ortodokslara imtiyazlar verilmesinin ortaya atılmasını istemiştir. Bu politikayı izlerken oldukça sabırlı davranan Ruslar, Çar Petro’nun temellerini attığı bu politikayı başarıyla uygulamışlar ve zaman içinde Osmanlı ülkesinde ayrılıkların ortaya çıkmasına neden olmuşlardır. Bu politika’nın neticesini Abdülhamit dönemine geldiğimizde Sırp isyancılar ve Romenlerin 93 Harbi’nde Ruslarla birlikte hareket etmesi Rusların bu politikada ki başarısını ortaya koymaktadır.

Mithat Paşa Sorunu

Sultan Abdülhamid, Ruslara karşı uyguladığı siyasette çektiği sıkıntılar arasında biri de Mithat Paşa sorunu vardır. Kendisi tahta geçtiğinden beri sürekli kendisine emirler verdiğini ve baskı uygulamaya çalıştığını hatıratlarında da belirtir. Mithat Paşa da şöyle bir görüş hâkimdi  “gerektiğinde Ruslara harp ilan edilmeli, Ruslar ile yapılacak bir savaşta İngiltere’nin Osmanlı yanında savaşa gireceğine inanıyor daha doğrusu bu doğrultuda olabileceğine güveniyordu.”  Sultan Abdülhamid bilindiği üzere Ruslara karşı temkinli davranmış zira harbin kazanılsa bile felaket olacağına inanmıştı. Hatta kongre kararlarını değiştirmek istemiş ve savaşı engellemeye çalışmışsa da bu hususta başarılı olamamış. Bu olaydan sonra Mithat Paşa’yı azil ile Rüştü Paşa’yı göreve getirmeyi bile düşünmüştür. Bu olaydan da anlaşılacağı gibi Rusya ile diplomatik ilişkilerde Abdülhamid karşısında olan devlet adamları da mevcuttur. Nitekim Mithat Paşa oldukça nüfuzlu bir kişi olduğu gibi devletin yönetiminde de alt yapı ve kadro olarak oldukça söz sahibi biridir. Abdülhamid’i tahta çıkaran da kendisidir.

Rusların Osmanlı iç işlerine müdahalelerine dair belgeler

Mürstzeg Kararları adı altında Çar II. Nikola Osmanlı iç işlerine müdahale etmiştir. Burada Avusturya ile birlikte Makedonya’yı parçalamak için görüşmeler yapılmıştır. Bu görüşmeler ve neticeleri ile Osmanlı iç dengesi de aynı zamanda karışmıştır. Çünkü jön Türklerin bundan sonra faaliyetleri hız kazanacaktır. Çünkü Sultan’ın hâkimiyetine ciddi bir müdahale söz konusudur. Kararların birinci maddesinde yer alan “mahalli Türk memurların faaliyetlerin ve bölgede yapılması gereken reformların kontrol edilmesi için Avusturya ve Rusya kendi sivil memurlarını tayin edeceklerdir” ifadesi bile gerçeği gözler önüne sunmaktadır. Bu kararları daha sonra Bab-ı Ali’ye bildirmişlerdi. Ve Makedonya beş ayrı bölgeye bölünecek Mayıs 1904’de Avrupalı devletlerin göndereceği subayların kontrolüne bırakılacaktı.

Osmanlı-Rus Ticareti ve Ekonomisi

Anadolu’ya ihracat ve ticaret yapmakla meşgul batılı Avrupa şirketlerinin çoğu, daha 1880-90‘lı yıllarda, mal satışlarını kredi ile yapıyorlardı. Ve hem toptan hem de perakende satışlarda, uzun dönem (4 ila6, hatta 8 aya kadar) kredi açıyorlardı. Buna karşın Anadolu’ya mal ihraç eden Rus firmaları, kural olarak, taksitli ödemeyi kabul etmiyor ve peşin para istiyordu. Avrupalı devletler Osmanlı ülkesinde en ücra köşelere kadar giden mallarının reklamlarını yapmak için seyahat eden satıcılarına ekstra maaş vermekten çekinmiyorlardı. Rus ticaret ve sanayi satıcıları ise, Avrupalılardan farklı olarak ticari şubeleri fiilen işletmediler.

Bu nedenle mallarını iyi bir şekilde reklam edemediler. Birinci Dünya Savaşı öncesinde ki 15 yıllık süreçte değişen Rus firmaları kendilerine en iyi Pazar olarak Orta Doğu ülkelerini gördüler. “Orta Doğu’ya yaptıkları ihracatın güçlü tarafı, malların yüksek kalitede olması idi. Bu kaliteli ürünlerin başında “Rus pamuklu mamulleri, İspirtoları ve Şeker kalitesi” Orta Doğu pazarı sayesinde 15 yılda Osmanlı pazarında %54’lük bir artış gösterdiler. Ve mallarının kalitesinden dolayı pahalı olmasına rağmen diğerlerinden daha kullanışlı olduğu için daha avantajlı olduğu görüşü bu pazarda hâkim olmuştur.”

Ayrıca Abdülhamid dönemi Osmanlı Rus Ticaretini incelerken göz önünde bulundurulması gereken bir husus daha vardır. O dönemde Osmanlı Devlet’i dış borçlarını ödemede büyük zorluklar çektiği bilinmektedir. Yalnız Abdülhamid döneminde Avrupa’ya en çok borcu olan ülke Osmanlı İmparatorluğu değildir. Aksine Rusya devleti 3 milyon altın rubleyi aşan bir borca sahipti. Buna rağmen Avrupa’dan borç almaya devam etmiş bu parayı ağırlıklı olarak demiryolları inşasında kullanmış ve ağır sanayileşmenin hızlandığı yolunda bir işaretti. Osmanlı Devleti’ne nazaran daha rahat diğer devletlerden borç alabilmektedir.

YılİthalatİhracatMiktarTicaret Dengesi
18769,026,835,8-17,8
190927,78,836,4+18,8

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir