GREV YAPMAK CAİZ MİDİR?

Konuyla ilgili cevaz vermeden önce grev derken ne demek istediğimizi açıklamamız ve aynı şeyden bahsettiğimizden emin olmamız gerekir. Zira özellikle son zamanlarda kelimelerin ve kavramların anlamları yavaşça da olsa değişmeye başladığı için herhangi bir kelimeyi kullanırken karşımızdaki insanın bizim anladığını düşündüğümüz şeyi anladığından emin olmamız muhabbetin ilerleyen safhalarında karşılıklı daha iyi anlaşabilmemiz için elzem bir durum. Lafı daha fazla uzatmadan konumuza geçelim.

Grev Nedir?

Belirli bir bölge veya iş yerinde çalışan bir işçi grubunun, iş veren veya verenlerle aralarında meydana gelen bir anlaşmazlığı, iş sözleşmesinin hükümlerinden farklı bir sonuca bağlamak amacıyla, önceden aralarında anlaşarak işlerini tatil etmeleridir.

Grevin iş veren veya işveren vekili tarafından uygulanan haline ise Lokavt denir. Genellikle istatistiklerde grev ve lokavt kavramları birbirinden ayrılmadan kullanılmıştır. Çünkü ‘grev’ ya da ‘ lokavt’ olarak isimlendirmek için; taraflardan hangisinin önceden anlaşarak çalışma faaliyetlerini tatil ettiğini bilmek gerekir. Bütün istatistiklerin yalnızca %4-5 gibi küçük bir kısmı lokavt olduğu için kendi başına ele alınması zaten pek gerekli de değildir.

Grevin Şartları Nelerdir?

Bir grevi herhangi bir eylemden ayırıp grev olarak sınıflandırabilmemiz için bazı şartların yerine gelmesi gerekir.

  1. İşçilerin çalışma faaliyetlerini tamamıyla tatil etmeleri gerekir. İşi yavaşlatmak ya da bozuk, yanlış iş yapmak grev olarak adlandırılmaz.
  2. İşçilerin,  çalışma faaliyetlerini durdurmuş olsalar bile işyerine bağlı olduklarının bilincinde olmaları gerekir. Tamamen işi terk etmek veya istifa etmek grev olarak kabul edilemez. İşçi belirli veya belirsiz bir süre, çalışmakta olduğu iş yerinde geçici olarak işi bıraktığının bilincinde olmalıdır.

Grev yapan işçiler, işveren ile aralarındaki anlaşmaları bozmuş olmalarına rağmen, grev sona erdiğinde işlerinde tekrar çalışmayı kendi hakları olarak görmelidirler. Bu bir eylemin grev olarak adlandırılabilmesi için gerekli şart olsa bile kanunlara pek uygun değildir. İşçiye bu durumdaki hukuki tezadı kabul ettirmek de doğal olarak neredeyse imkansızdır. Grevi kendi hakkı olarak gören işçi, çalışma faaliyetlerini durdurmayı kabul etmeyen ve çalışmaya devam eden yani greve katılmayan diğer işçilere karşı da büyük bir husumet hisseder ve onların çalışmalarını da engellemeye çalışır. Çünkü grevin başarılı olabilmesi ve karşı taraftan istenilenin alınabilmesi buna bağlıdır. 

Sebep ve sonuç ilişkisine bakılmaksızın yalnızca yapılan eylemi göz önünde bulundurduğumuzda, ne yazık ki grev doğası gereği işçiyi; kanunlar ve etik kuralları karşısında haksız bir konumda bırakır. 

Grevin Tarihçesi

Grevlere çok eski tarihlerde de rastlanmakla beraber, sosyal bir tepkime oluşturabilecek kadar kapsamlı hale gelmeleri sanayileşmenin ve işverenlerin tek bir çatı altında çok sayıda işçi çalıştırmaya başlamasının ardından gerçekleşmiştir.  Örneğin; Amerika Birleşik Devletlerinde 1881 yılından önce gerçekleşen grev ve lokavtların sayısı toplam 1491’dir fakat bunların yarısından çoğu 1880 senesinde meydana gelmiştir. Avrupa’da ise modern manasıyla büyük çapta grevler;  İtalya’da ilk 1878 yılında kaydedilmiş 1890 ve 1900 yılları arasında yaygınlaşmıştır. İngiltere’de ise grev hakkı 1824 yılında resmen tanınmış ve grevler ancak asrın ikinci yarısında yaygınlaşmıştır. Fransa’da 25 Mayıs 1864 tarihli kanun, o zamana kadar Fransız Ceza Kanununun 414 ve 416’ncı maddeleriyle bir suç olarak kabul edilen meslekî birlikler kurmak fiilini bir suç olmaktan çıkarmış ve grev hakkını dolaylı yoldan tanımıştır. Özellikle 21 mart 1884 tarihli kanunla sendika kurma hakkı resmen kabul edilince grevler büyük ölçüde çoğalmıştır. O kadar ki; ikinci dünya savaşına denk gelen yıllarda grevler önü alınamaz bir çığa dönüşmüş ve Fransız hükümeti konu hakkında tedbirler almak zorunda kalmıştır. 

Osmanlı Grevler Tarihi

Bizim tarihimizde ise grev olarak nitelendirebileceğimiz ilk vaka 1587’de yevmiyelerinin arttırılmasını isteyen bir takım işçinin çalışmayı bırakması ve bu grevin neredeyse bütün ülkeye yayılmasıyla yaşanmıştır. Osmanlı padişahı Üçüncü Murat işçilerin isteklerini kabul etmek zorunda kalmıştır.

 Büyük sanayileşme hareketi öncesi Osmanlı’da batıda görüldüğü gibi bir işçi-patron ilişkisi olmasa bile zaman zaman devlete ve farklı sektörlere bağlı işçilerin işverenlere karşı birlikte hareket ettikleri görülmüştür. İşçi eylemlerine tatil-i eşgal, tatil-i mesalih gibi isimler verilmiş ve 1845 yılında İkinci Mahmut’un yayınladığı fermanla çıkarılan polis nizamnamesinde grev bir suç olarak kabul edilmiştir. Bu fermanla birlikte toplu şekilde iş bırakanların polis tarafından cezalandırılmaları hükme bağlanmıştır.

Osmanlı işçi kitlesinin, artık bir sınıf niteliği kazandığı ve ekonomik amaçlı sınıfsal davranışlara giriştiği dönem olarak yorumlanabilecek 1870-1908 yılları arası ise  Osmanlı işçi hareketlerinin, gerçek bir grev niteliği kazandığı ve kamuoyunda yankı bulduğu dönemdir. Dönemin mecmuaları ve edebi eserleri incelendiğinde yalnızca İstanbul’da (tersaneler, fişekhaneler, savaş sanayii; demiryolu, karayolu, tramvay, gaz, su şirketleri; devlet fabrikaları, haberleşme, reji; özel iş yerleri vb.) elli bini aşan, bütün Osmanlı’da ise bir milyonu bulan bir işçi kitlesi olduğu tahmin edilebilir.

Grevin Osmanlı’da tekrar yasallaşma süreci ise 1872’de Sultan Abdülaziz döneminde, Beyoğlu Telgrafhane işçilerinin maaşlarını az bulup greve gitmeleri ve bu greve Gazhane, Şirket-i Hayriye ve iskele hamallarının da destek vermesiyle başlamıştır. Grevlerin yaygınlaşmasını şiddet ve baskıyla durdurmaya çalışan Sultan Abdülaziz başarısız olmuş ve işçilerin cemiyet kurmasına ve hak aramasına izin vermek zorunda kalmıştır. Ancak kurulan cemiyetler işçi eylemlerinin daha da yaygınlaşmasına yol açtığı için 1908 yılında grev yasakları ve baskı tekrar gündeme gelmiştir. Özellikle 1908 yılında gerçekleşen devasa grev dalgası hem yerli hem de yabancı sermayeyi ciddi bir korku ve huzursuzluk içinde bırakmış ve aynı yıl Tatil-i Eşgal Kanun-u Muvakkati çıkarılmıştır. Bu kanun ile işçilerin yaptıkları her türlü grev ve eylemin zor ve kuvvet kullanılarak bastırılması yasal kabul edilmiştir. 

Bundan bir sene sonra 1909 yılında ise Osmanlı’da ilk defa 1 mayıs kutlanmıştır.

Grevin Sebepleri

Grevin başlıca sebebi; işçilerin çalışma ve hayat şartlarından memnun olmamalarıdır. Yani; zam istekleri ya da maaşlarının azaltılmasına karşı çıkmaları ( günümüzde maaş azaltımı yasaklanmış olsa da enflasyon karşısında eriyen alım gücü maaş azalması olarak görülebilir ), çalışma saatleri ( yine günümüzde devlet tarafından kanunen belirlenen maksimum çalışma saatleri olsa bile, birçok işveren bu saatlerin üzerinde işçi çalıştırıp mesai ücreti vermemeyi kendilerine hak gördükleri için bu da haklı bir sebep sayılabilir) , iş yerindeki sağlık şartlarının insani ölçülerin altında kalması veya işçilerin bir kısmının haksız yere işten çıkarılmasını protesto etmek gibi sebeplerle işçiler greve gidebilir. 

Ancak, özellikle ikinci dünya savaşı sonrasında bu saydığımız mesleki amaç ve haklar haricinde, siyasi ve ideolojik görüşlerin; reklam, pazarlama, ve savunmasını yapmak için de greve başvurulmaya başlanmıştır. Örneğin; iki dünya savaşı arasında ve ikinci dünya savaşı sonrasında Fransa’ya baktığımızda  yapılan grevlerin büyük bir çoğunluğu ihtilalcı sendikacılık cereyanının etkisiyle veya Sovyet Rusya taraftarlığının ilhamıyla yapılmış, kelimenin tam anlamıyla siyasi grevlerdir. 

George sorel 1908 yılında yayınladığı “ Şiddet Hakkında Mülahazalar” adlı eserinde grevle ilgili bir teori ortaya atmış ve  grevin, işçilerin çalışma ve hayat şartlarının iyileştirilmesi amacını,  yani iktisadî anlamını kaybedip doğrudan doğruya toplumun siyasî düzenini değiştirme amacıyla kullanılabilecek  bir silâh şeklini aldığını iddia etmiştir.

Yani Grev hakkında dini bir hüküm vermeden önce sapı samandan ayırmak ve yapılan grevlerin sebep ve amaçlarını iyi muhakeme etmek gerekir. 

Grevin Topluma Etkileri

Siyasi ve ideolojik amaçlar güden grevleri şimdilik bir kenara bırakalım. Tamamen masum ve haklı sebeplerle yapılan, işçilerin çalışma ve hayat şartlarını iyileştirmek  için başvurdukları grevlerin toplum üzerindeki etkilerine bakalım. 

Bu kabul edilebilir grevlerin dahi toplumun ekonomik düzenine verdiği zararların, işçilerin başarılı oldukları senaryolarda bile elde edebilecekleri hak ve getirilerin çok üstünde olduğunu az çok tahmin edebiliriz.

Grev bir bakıma işçi ve işveren arasındaki fikir ayrılıklarının hukuki yollar yerine zora ve kuvvete başvurarak çözülmeye çalışılmasıdır. Aklı başında hiç bir hukukçu grevi hukuki bir çözüm yolu olarak göremez. Konuyu yetersiz bir benzetme ile bir savaş durumu gibi örnekleyebiliriz. Kazanan tarafın kim olduğu, doğurduğu sonuçlar göz önüne alındığında önemsizdir. Zira günün sonunda anlaşmaya varıldığında iki taraf da ekonomik bir tahrip sürecinden geçmiş ve uzun süre bu sürecin yaralarını sarmaya mahkum kalmış olacaktır.

Özellikle imalat yapılan işletmelerde grev yapılması, ihtiyaç duyulan bir ürünün piyasada azalmasına ve fiyatının yükselmesine yol açacaktır. Dolayısıyla ekonomik sıkıntı çeken sınıf olarak yine işçiler zor durumda kalacak ve maaşlarına zam isteyecek, alamadıklarında ise tekrar greve başvuracaklardır. Bu yeni grevler daha başka imalat ürünlerinin üretimini aksatacak ve daha başka ihtiyaçların pahalanmasında rol oynayacaktır. Yani durumu kısa bir cümle ile anlatmak gerekirse “ Grev, grevi doğurur.” diyebiliriz. Tabi bu iktisadi dalgalanmaların piyasalar ve sermaye kaynakları üzerinde oluşturacağı güvensizlik havasının ekonomik geri dönüşlerinin de ayrıca incelenmesi gerekir.

Grev, grevi yapan kişilere de zarar verir. Zira belirli ya da belirsiz bir süre boyunca işi bırakmanın ve gelirinden olmanın, ailesini geçindirmek zorunda olan insanlar üzerindeki etkileri pek de azımsanacak gibi değildir. Başarılı olup istediklerini aldıklarında bile yaşadıkları belirsizlik süreci sadece çalışan kişinin değil bakmakla yükümlü olduğu ailesinin de psikolojisinde bir yük olacaktır. Çalışmadıkları süre için geriye dönük bir ödeme alıp almayacakları da tabi ki muammadır. 

Kısacası grevin etkilerini öyle ya da böyle bütün toplum tarafından hissedilir.

İslami Perspektiften Grev Kavramı

Grevin ne olduğu, nasıl ve neden yapıldığı, hangi şartlar altında ve neden çıktığı, grev yaparak nelerin elde edilmek istenilebileceğini, toplumsal etkilerini, bir hak arama süreci mi yoksa siyasi bir silah mı olduğu konularında aynı sayfada buluştuğumuza ve aynı kavramdan bahsettiğimizden emin olduğumuza göre konunun islami boyutunu tartışmaya başlayabiliriz.

Grev görece olarak yeni ortaya çıkan bir kavram olduğu için islami kaynaklarda direkt olarak bahsine rastlamamız imkansız fakat konuyu; kurandaki iş ahlakı ile ilgili ayetler ve işçi-işveren hukukuyla ilgili hadislerin ışığında inceleyebiliriz. Temel islam hukuku ile ilgili kaynaklarda da konuyla ilgili fikir elde edebileceğimiz bölümler olsa da direkt olarak grev tek başına hiçbir zaman ele alınmamış.

Konunun hüküm kısmına girmeden önce şunu belirtelim, islami kurallar gereği işveren, işçinin hakkını gözetmek ve aldığı hizmete uygun bir ücret vermek zorundadır ki işçi hakkını gözetmek zorunda kalmasın. İşverenin hakkından düşük ücretle işçi çalıştırması apaçık bir zulümdür ve toplumda sebep olduğu(grev, ayaklanma gibi) bütün ekonomik ve sosyolojik dalgalanmalardan sorumludur. 

Toplum kendi çaresini üretmek zorunda kaldığında sokaklara dökülür, grev yapar ve adalet ister fakat aynı zamanda bu durum mevcut otoriteyi zayıflatmak isteyenlerin ortada bir haksızlık olmasa bile bir kaos ortamı oluşturarak çeşitli manipülasyonlarla topluma zarar vermelerine imkan sağlar.

Grevin İslam Toplumundaki Temelleri

Adaletsizlik kavramı hayatımıza ilk insanın çocuklarıyla beraber kişisel çıkarların öne çıkmasıyla giriyor. Habil ve kabil arasında geçenlere hepimiz az çok vakıfızdır diye düşünüyorum. İnsanoğlu dünya serüvenine çok hızlı bir şekilde başlıyor ve günümüze kadar da pek bir şey değişmiyor. iyi ve kötü , sevap ve günah, haklı ve haksız, güçlü ve güçsüz gibi birbirinin zıttı olan ikilemler hala hayatımızın bütün alanlarında karşımıza çıkıyor. 

Bir tarafta güçlü kişiler veya güçlü topluluklar diğer tarafta güçsüz ve savunmasızlar,  insanlık tarihinin başlarından, neredeyse modern çağlara kadar süregelmiş köleler ve onların sahiplerinden; şu an hakettiğinin çok daha azına çalışmak zorunda bırakılan modern köleler ve bu modern kölelerin sırtından geçinip servetlerine servet katan patronlar ya da yöneticilere kadar her zaman habil ve kabil var olmuş diyebiliriz. 

Konuyu çok basite indirgemiş olsak bile, tarihin her döneminde insanların haklarının ellerinden alınmak istenmesi her zaman karşıt bir tepki oluşturmuş ve iş hayatına emeği ile katkı sağlayan işçi sınıfı her zaman, emeğini ve onurunu aşağılayan şartlar karşısında bir şekilde direniş göstermiş ve hakkını aramaya çalışmıştır. 

İslam; insanların refah içinde yaşayabilecek imkanlara sahip olmasını sağlamaya çalışır ve işçinin ezilmeden, emeğinin karşılığının verilmesini emreder. Zira islamda gaye insanlığın saadetidir. 

Günümüzde yaygın olan kapitalist dünya görüşü, bir tüketim toplumu yaratmaya çalıştığı için insanların amaçları daha çok harcayabilmek için daha çok kazanmaya evrilmiş ve hedonizm büyük ölçüde bilinçli ya da bilinçsiz insanların zihinlerinde yer edinmiştir. 

İnsanlar ben merkezli hayatlar yaşamaya itildikçe aile, arkadaş, toplum gibi kavramlar değerini yitirmeye başlamış ve bireyselcilik toplumsal dayanışmanın ve yardımlaşmanın neredeyse sonunu getirmiştir. Her zaman daha çoğuna sahip olmak isteğiyle insanlar ‘ne pahasına olursa olsun’ diyerek daha fazla kazanmak için giderek daha vahşi ve insanlık dışı yollara başvurmuş ve giderek küçülen bir zengin kesim ve gün geçtikçe fakirleşen bir işçi sınıfı ortaya çıkmıştır. 

Zaman zaman sosyalizm ve benzeri ideolojiler ortaya atılsa da insanın sahip olma hırsı kapitalizme karşı üretilen sosyalizm ve türevlerini başarısız olmaya mahkum etmiştir.

İnsanoğlunun hayatına ve tarihine de grev bu adaletsizlik ve uçurumların sonucu olarak girmiş ve ezilen kesimin, zalimine karşı direnme çabası olarak haklı olduğu iddiasını inanılır kılmıştır. 

Sonuçta gelişen teknoloji ile birlikte dünya küçülmüş doğu-batı arasındaki iletişim batı kaynaklı ideolojilerin islam dünyasına da sıçramasına sebep olmuş ve zaten halihazırda kendi içinde insanın sahip olmaya olan düşkünlüğü ile savaşmakta olan islam toplumu bir de batıdan gelen yeni fikir ve düşüncelerin rüzgarıyla iyiden iyiye özünden uzaklaşmış ve yepyeni sorunlar ve problemlerle savaşmak zorunda kalmıştır. 

Kuran insanların mala olan düşkünlüklerine bazı ayetlerde yer vermiştir; “ Şüphesiz insan çok hırslı ve sabırsız olarak yaratılmıştır, kendisine kötülük dokunduğu zaman sızlanır, bir hayır dokunduğunda ise pinti kesilir” ( mearic 70/19-21), “ De ki; eğer siz rabbimin hazinelerine sahip olsaydınız, o zaman da tükenir korkusuyla cimrilik ederdiniz. Zaten insan çok cimridir.” ( isra 17/100). 

İslam perspektifinden bakarsak, grev ve lokavt gibi kavramlar, işçi-işveren uyuşmazlıkları insanın fıtratında gizli olan sahip olma isteğinden kaynaklıdır. İnsan cimriliği, paylaşmak istememesi ve kazanma hırsı yüzünden bunların tam tersini öğütleyen Allah’ı ve peygamberinden uzaklaşır.  Uzaklaştıkça adaletsizliğe, başkalarının haklarına göz dikmeye ve emeğin karşılığını vermemeye başlar ve kendisine iyiliği öğütleyen İslam’dan biraz daha uzaklaşır. Kuran ve sünnetin öğütlerinden uzaklaştıkça kişi ve toplum bu kısır döngü içerisinde giderek daha da çirkin ve kötü bir hal alır. Şeytan da insanın fakirlik ve aç kalma korkularını kullanarak insanın hırsını besler ve diğerlerinden daha çok kazanmak arzusunu doyumsuz bir canavara dönüştürür. İşveren daha fazla gelir elde etmek ve daha az giderle günü kapatmak istedikçe işçi hakkını alamamaya başlar ve greve başvurur. 

Sonuç

İslam hukukunda grev için kesin bir hüküm verilmemiş olsa bile, benzer konularda verilen hükümlerden şöyle bir çıkarım yapabiliriz. İslam’ın hükümlerinin tam olarak işlendiği bir devlette işçilerin hakkı zaten gözetileceği için grev diye bir kavrama gerek kalmaz. Tamamen İslami kurallarla yönetilen bir ülke günümüzde var olmadığı için şart ve durumları göz önünde bulundurmak gerekir. 

Kısacası, eğer; işçi insani şartların gerektirdiği koşullarda çalıştırılmıyorsa, emeğinin karşılığını en azından kabul edilebilir bir düzeyde almıyorsa, insani hak ve özgürlüklerinden gerek zor kullanılarak gerek mecbur bırakılarak mahrum ediliyorsa ve bu sorunlarını çözebilmek için yasal yollara başvurmuş fakat bir sonuç alamamışsa grev yapması İslami açıdan uygun görülebilir. 

Fakat mevzu işçinin iktisadi ve insani haklarını korumak çerçevesinden çıkıp siyasi ya da ideolojik bir manipülasyon aracına dönüştüğü anda ya da daha uygun ve münasip çözüm yolları ortaya çıktığında greve başvurması ya da devam ettirmesi pek de hoş karşılanmayacaktır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir