Namık Kemal, Rüyası ve Meşrutiyet Fikirleri

Osmanlı Devletinin son yüzyılı araştırmacılar tarafından her anlamda kargaşanın hâkim olduğu bir dönem olarak nitelendirilmektedir. Çünkü bu dönemde dünyada ortaya çıkan bazı gelişmeler birçok alanda Osmanlı Devletini de etkilemektedir. 1789 Fransız İhtilali, ardından gelen milliyetçi ayaklanmalar ve şark meselesi gibi sorunlar Osmanlı devletini her manada oldukça zor durumlarda bırakmıştı. Osmanlı devlet adamları ve aydınları da bu zor durumlardan devleti kurtarmak için çeşitli yollara başvurmuşlardır. Bu yollar çok çeşitli şekilde görünüyor olsa da hepsinin ortak bir noktası varıdır. O da “Devletin yıkılışını engellemektir”. Namık Kemal ve Ziya Paşa’nın içerisinde bulunduğu Yeni Osmanlılar hareketinin de tek amacı budur. Onların muhalif olduğu Âli ve Fuat Paşaların da tek amacı devletin yıkılışını engellemektir.

Fakat belirttiğimiz gibi usulleri farklıdır. Âli ve Fuat Paşaların veya Namık Kemal ve arkadaşlarının meşrutiyet fikirleri halka daha fazla özgürlüğün tanınması noktasında sert tepki verir. Veya Yeni Osmanlıların bu düşüncelere olan muhalefeti önemlidir. Döneminin şartları içerisinde düşündüğümüzde bir sürecin, bu tür gelişmelerdeki olgunlaşma geçmişinin olması gerektiğinin altını çizmeliyiz. Sonuçta her iki taraf da bu sürece bir şekilde katkıda bulunmuştur. Biz ise bu araştırmamızda Namık Kemal’in Rüya adlı eserinin üstünde duruyoruz. Bu bağlamda meşrutiyete yönelik fikirlerini açıklamaya çalışacağız.

Ne yârı can imisin ah ey ümidi istikbal,

Cihanı sesinden azat eyleyen bin yesü mihnetten;

Senindir devri devlet hükmünü dünyaya infaz et;

Hûda istikbalini hıfzeylesin her türlü afetten!

Namık Kemal Kimdir?

Namık kemal 21 Aralık 1840 tarihinde Tekirdağ’da dünyaya gelmiştir. Genç Osmanlılar veya Yeni Osmanlılar olarak bilinen gruba dahil olan Namık Kemal, Türk Milliyetçiliğinin kaynaklarından biridir.

Namık Kemal yazar, şair, gazeteci ve devlet adamıdır. Vatanperverlik, hürriyet ve millet kavramlarını sürekli olarak öne çıkaran Kemal’in en bilinen eserleri İntibah, Cezmi ve Vatan Yahut Silistre’dir.

Namık Kemal, Midilli ve Kıbrıs’a sürgün edildikten sonra önce Rodos’a tayin edildi. Ardından Sakız Adası’na mutasarrıf olarak atandı. Sakız Adası’nın kuru havasının rahatsız etmesi sebebiyle 1888’de henüz 48 yaşındayken burada vefat eden Namık Kemal, adadaki bir caminin haziresine defnedildi.

Namık Kemal, başta Mustafa Kemal Atatürk ve Celal Bayar gibi devlet adamları olmak üzere Mehmet Emin Yurdakul, Arif Nihat Asya, Ziya Gökalp gibi cumhuriyet devri düşünce adamlarını ve edebiyatçılarını da derinden etkilemiştir.

Namık Kemal ve Rüya Makalesi

Namık Kemal’in hürriyet ve meşruti fikirlerini açıklamaya çalıştığımız bu çalışmada; Onu, yazdığı yazılardan ve fikirleri üzerine yazılmış bazı araştırmalardan yararlanarak açıklamaya çalıştık. Bu bağlamda Namık Kemal’i dönemi içerisinde bir yere oturtmak gerekirse, Yeni Osmanlılar hareketi içerisindeki sentezci durumundan bahsetmek gerekir. Bu hareket içinde fikirlerini gazeteler aracılığı ile ifade etmeye çalışmıştır.

Bu açıdan da bakıldığında Namık Kemal fikri olarak bu hareketin merkezindedir. Ayrıca faaliyet olarak diğer arkadaşlarından bir adım önde bulunmaktadır. Şüphesiz onu bu denli bu hareketin merkezine oturtan etmenler arasında fikirlerinin alt yapısını ve felsefesini iyi oluşturmuş olması yatmaktadır. Bu fikirlerin halka ulaşması bakımından da oldukça etkilidir. Onun iyi bir üslup oluşturduğu Rüya’sından dahi anlaşılmaktadır. Bu üslup hem halka ulaşması açısından hem de içerisinde bulunduğu durumu fikirsel olarak ne derece içselleştirdiğinin bir göstergesidir. Meşrutiyet’e yönelik fikirleri ise daima doğru bir dayanak bulmuştur.

Namık Kemal ve Yeni Osmanlılar

1840 yılında Tekirdağ’da doğan Namık Kemal çocukluğu boyunca dedesinin yanı başından ayrılmamış onunla yurdun dört bir tarafını dolaşmıştır. İstanbul’da Şinasi ile tanışıp Yeni Osmanlılar Cemiyetine girmiş. Tasvif-i Efkâr’da yazılar yazmaya başlamış. Bu dönem onun fikri olarak kendisini tanıtmaya başladığı dönemdir. Gazetede ilk etapta sosyal meselelere yönelik yazılar yazmıştır. Ancak zaman içerisinde Namık Kemal, giderek siyasileşmeye başlamıştır. En sonunda Memeleketeyn hakkında yazmış olduğu yazıyla artık tam manasıyla siyasi alana adım atmıştır.

Bu yazıların siyasi mahiyeti giderek katılaşmaya başlamıştır. Bu sırada İttifak-ı Hamiyet yani Yeni Osmanlılar cemiyetine girmiştir. Yeni Osmanlılar Cemiyeti 1865 yılında kurulmuş ve Osmanlı hükümeti tarafından yürütülen olumsuz politikalara karşı hareket etmeye karar vermişti. Hemen hemen hepsi Tercüme Odasında yetişmiş gençlerden oluşuyordu. Bu gençlerin ortak noktaları ise Âli ve Fuad Paşa idi. Âli ve Fuad paşayı eleştirmeleri ve yaptıkları neşriyatta muhalif tavır takınmalarının sebebi onları Osmanlı Modernleşmesine engel olarak görmeleridir. Namık Kemal’in de cemiyete girmesiyle Tasvir-i Efkâr tamamıyla siyasi bir gazete olup çıkıverdi.

Yapılan yayınlarda hükümet sert bir şekilde eleştirilmeye başlandı. Cemiyet içerisinde alınan kararlar neticesinde şekillenen bu yazılar Namık Kemal’in başına iş açacaktı. Tasvir-i Efkâr ve Ziya Paşa ile Ali Suavi’nin başında bulunduğu Muhbir gazetesi siyasi hadiseler karşısında ortak bir tutum göstermekteydi. Muhbir gazetesinin Tasvir-i Efkâr’dan siyasi manada daha sert olması sebebiyle gazete bir ay süre ile kapatıldı. Bu esnada Ali Paşa, Namık Kemalden Tasvir-i Efkârı bırakmasını istedi.

Sürgün Edilen Yeni Osmanlılar

Tüm bu gelişmeler cereyan ederken Namık Kemal Girit Meselesi ile ilgili “Şark Meselesi” adlı makalesini yazdı. Bu makale çıkınca 1867’de Hükumet neşriyatı kontrol altına alacak “Kararname-i Âli” isimli bir tebliğ yayınladı. Bunun üzerine Ali Suavi tevkif edilerek Kastamonu’ya sürüldü. Ziya Paşa Kıbrıs’a gönderildi. Namık Kemal ise muharrirlikten men edildi. Bu sırada da Yeni Osmanlılar, Mustafa Fazıl Paşa’nın Sultan Abdülaziz’e yazmış olduğu Fransızca mektubu tercüme ederek İstanbul’da dağıttılar. Hal böyle olunca hükumet daha sert tedbirler almaya başladı. Namık Kemal Erzurum’a gönderilmek istendi fakat o Mustafa Fazıl Paşa’nın davetiyle Paris’e gitti. Böylece Namık Kemalin uzun yıllar sürecek olan sürgün hayatı başlamış oldu.

Bu Avrupa sürgününden sonra İstanbul’a dönen Namık Kemal tekrar sürgüne gönderilecektir. Magosa sürgünü bu noktada oldukça önemlidir. Magosa sürgünü Namık Kemal’in hayatında önemli değişikliklerin olduğu bir sürgün olmuştur. Mehmed Kaplan’ın belirttiğine göre; Namık Kemal, eğer kahraman olmuşsa, 38 ay kaldığı Magosa’da olmuş ve yaptığı kahramanlık edebiyatını hayatı ile ödemişse, orada ödemiştir. Gerçekten de Magosa’da çok zor günler geçirecektir. Bu zorlukları yazmış olduğu eserlerden güç alarak aştığı düşünülebilir. Bu sürgünün onun hayatındaki önemli bir değişikliği ise artık gazetecilik hayatının son bulmasıdır.

Bu sürgünde daha çok edebi eserler yazmıştır. Bu eserler arasında İntibah, Âkif Bey, Zavallı Çocuk ve Gül Nihal adlı meşhur neşirleri sayılabilir. Rüya adlı eserini de Magosa’da yazmıştır. Bu kansız ve ihtilalsız bir şekilde bir hürriyetin gerçekleşmesini hayal ettiği bir rüyadır. Bu rüyayı Magosa’dan Diyojen gazetesi sahibi Teodor Kasab’a yollamıştır. Daha sonra Reşid Galib Bey’e göndermiş olduğu bir mektupta “Rüya’yı gönderdim. Tab’ına; kasap değil, kahraman katil bile cesaret edemez, sanırım. Avrupa’da bastırırsanız onu bilemem” diye bir açıklama yapma gereği duymuştur.

Namık Kemal ve Onun Rüyası

Rüya yolu ile yani hayali bir kurgu ile düşünceleri açıklamak Türk düşünce dünyasının önemli bir geleneğidir. Yalnız Türk dünyasında değil, doğuya ait pek çok toplumun kendilerine yönelik hayali (ütopik) yaklaşımları bulunmaktadır. Nasıl ki Batının siyasal düşünceler ve edebiyat tarihinde, ütopya biçimi olarak karşımıza çıkıyorsa, Doğu dünyasında da rüya yollu açıklamalar, tam olarak ütopyayı karşılamasa da bir karşılık olarak görülebilir. Öte yandan Tanzimat döneminde Osmanlı ülkesinde rüya bakımından bir geleneğin oluştuğunu da söylemek mümkündür. Ziya Paşa, Ali Suavi, Abdullah Cevdet ve Kılıçzade Hakkı gibi önemli isimler yazdıkları yazılarda rüya motifini işlemişlerdir.

Daha sonra bu motif çağdaş dönem yazım sanatına da taşınacaktır. Cumhuriyet döneminde de birçok bu tür yazı neşredilmiştir. Fakat bu döneme ilişkin ilk örnek Namık Kemal’e aittir. Namık Kemal bu Rüya adlı eserini Magosa’da yazmıştır.Rüya adlı yazı,  sanatı ve düşünce dünyası bakımında Türk edebiyatı için de bir anahtar metin olma özelliğindedir. Ayrıca Namık Kemal’in eserlerinde geniş yer tutan kavramlar vardır. Bunlar meşrutiyet, hürriyet, meşveret gibi kelimelerdir. Bu düşünceler Rüya’da da geniş yer bulmaktadır.

Rüya’nın Bölümleri

Bu çalışmada Namık Kemal’in Rüya’yı yazarken nereden ve kimden etkilendiği tartışmasına girilmeyecektir. Zira bu konuda çok farklı tartışmalar yapılmaktadır. Namık Kemal’in Rüya’sını eğer bölümlere ayırarak incelemek gerekirse; Cafer Gariper’den aktarımla, ilk olarak, Hürriyet perisinin ortaya çıkması ve çevresinde toplanan insanlara içinde bulundukları durumu göstermesi bulunur. İkinci olarak hürriyet perisinin insanları uyanışa çağırması, son olarak da hürriyet perisinin ülkenin gelecekteki refahlı günlerini göstermesi olarak bir bölümlendirme yapılabilir.

Namık Kemal uyku sırasında böyle bir hayale bir gerçeği feda edebileceğini söyler. Bu her dakikasına bir insan ömrünün feda edilebileceği olağanüstü bir rüyadır. Rüyasında kendisini bir sahrada bulan Namık Kemal dehşetin içinde bulutların arasından çok güzel bir kızın ortaya çıktığını görmektedir. Bu güzel kız hürriyet perisidir. Bu peri güneşin ışınları ile her yeri farklı renklere boyamasıyla birlikte doğar.

Güneş ışınlarının temas ettiği her yer, bitkiler, ağaçlar değişir ve yeni bir renk ile güzellik alır. Ağaçlardan, çiçeklerden, dağlardan, taşlardan, yerlerden, göklerden nur akmaya ve renk yağmaya başlar. Hürriyet perisinin bulutlar arasından doğması bu şekilde tabiatta değişiklikleri beraberinde getirmiştir. Öte yandan karanlık gecenin arkasından hürriyet perisi ile birlikte uyanışın sabah saatlerinde başlaması oldukça anlamlıdır. Gecenin koyu karanlığından sonra güneşin hürriyet perisiyle birlikte tabiatı aydınlatması; Geçmişin olumsuzluklarından sonra ülkenin daha iyi bir yaşam alanı olacağının bir göstergesidir.

Hürriyet Perisi

Zaten hürriyet perisinin güneşle beraber doğuşu aydınlığı simgeler. Bu bakımdan ülkede hürriyete duyulan ihtiyacın bir yansımasıdır. Güneşin doğmasıyla beraber ufukta bir bulut belirmektedir. Tam bu esnada vatanın çocuklarının yarısından fazlası orada toplanmıştır. Bu bulutun içerisinden güzellik abidesi bir genç kız, yani hürriyet perisi ortaya çıkar. Bulutla vücudunu kapatan kız yavaş yavaş insanların arasına doğru ilerlerken kırılan zincirleri arkasında bırakır. Bulutların arasından çıkan bu güzel kız etrafında toplanan insanlara kızgın bir ifadeyle içlerinde bulundukları durumu açıklamaktadır.

Ey hâbidegânı gaflet, ey mel’üfanı sefalet, ey takayyütperestanı esaret, ey tezllül perveranı cenabet, ey mürtekibanı hermezellet, gözlerinizi sabahı mahşerde mi açacaksınız? Gerdanınızdaki kaydı esareti maliki cahime teslim etmek için mi ilelebet elsinei nefreti âlemde namınızı ipka edecek kadar korkarsınız. Çektiğiniz barı hakarete mizanı kıyamette sıkletinizi göstermek için mi tahammül edersiniz? Heyhat!… İçinizde en tecrübeli bir pirin fikir ve nazarı, iki gözü anadan doğma alil bir çocuğun rüyası kadar, hakikate isabet edemiyor. Efkârınızı uyandırmak için ihtiyar ettiğiniz fedakârlık çarşaflarınızı yıkatmak için sarf ettiğiniz paraya tekabül etmez. Vücudunuzu rahat döşeğinden dûr etmeyiniz ki leyali adam gelip çatıyor. Çok zaman geçmeyecek ki gönlünüz meydanı sâya çıkmağı arzu eylese de vücudunuzu tahrik edemiyecek, fikriniz taharii hakikate başlasa da bir şey anlamağa muktedir olamıyacak, yataklığınız demirden olsa da toprağa tahavvül edecek. Uyuyunuz, uyuyunuz! Gafleti hayatı hâbı memata tebdil için bundan kolay tarik yoktur.

Hürriyet Perisi’nin Sembolü

Hürriyet perisi, insanların içinde bulunduğu kötü durumu ifade etmeye çalışmıştır. Ve onların hürriyetlerini elde etmek adına hiçbir şey yapmadıklarını, hatta bu durumun onların umurlarında olmadığını belirtmiştir. Bu metni bir hürriyet savunucusu olarak karşımızda duran Namık Kemal’in hayal ve fikir dünyasından çıkan bir metin olarak düşündüğümüzde; Namık Kemal’in hürriyet perisi aracılığıyla Osmanlı ülkesinde yaşayanlara bir serzenişi olarak değerlendirmek mümkündür. Hürriyet perisi insanların bir gaflet ve uyku içinde olduklarını zaman geçmeden hürriyetleri için bir uyanış halinde olmalarını istemektedir.

Hürriyet perisine göre bir başka problem ise insanların geçmişi ve eski nesilleri yücelterek yaşamalarıdır. Çünkü bu durum geçmiş karşısında zihnî tembelliği beraberinde getirmektedir. Yaşadıkları dönemi anlamlandırmada yetersiz kalmalarına yol açmaktadır. Bu nedenle hürriyet perisi ülkede yaşayan insanları geleceği oluşturmak için, şimdiki zamanın insanı olmaya çağırmaktadır. Bununla birlikte hürriyet perisi içerisinde yaşanan dönemin problemini geri kalmışlık olarak belirler. Hem bu geri kalmışlığı ortadan kaldırmak hem de gelecek güzel günler için uyanmak gerekir. Hürriyeti elde etmek, kişilik sahibi olmak ve çalışmak gerekir. Sonuçta Namık Kemal Rüya’nın insanların içinde bulundukları durumları belirttiği ilk bölümlerde insanlarda bulduğu problemlerden dolayı onlara ağır suçlamalarda bulunur.

Rüya’daki Problemler

Bu problemler ise aşağı yukarı şu şekildedir; Gaflet uykusu, sefalet, esaret, korkaklık, geçmişe yücelterek bakmak ve rüşvetçilik. Bunlarla beraber hürriyet perisi, insanlara sorunları dışarıda aramamak gerektiğini anlatır. Sorunun insanların kendisinde olduğunu belirterek insanlara bir sorumluluk yüklenmesi gerektiğini düşünür. Hürriyet perisi bu noktadan sonra insanları hürriyet için uyanışa çağırmaya başlamaktadır. Acayip değimlidir ki bana nîgâh etmeğe tahammül edemiyorsunuz da bu kadar okka demiri boynunuzda, elinizde, ayağınızda taşımağa tahammül edebiliyorsunuz? Acaba zincirin rengi benim çehremden güzel midir? Yoksa onun acı acı sadası kadar benim sesimde letafet mi yoktur? Beni ruhunuza Allah vermiş, zinciri cisminize insan bağlıyor. Bilmem ki kulun zulmünü Hakkın inayetine nasıl tercih ediyorsunuz?

Hürriyet perisi burada özgürlüğün Allah tarafından verildiğini fakat insanların bu özgürlüğü esarete dönüştürdüğünü belirtmektedir. İlk önce kişi esaretten kurtulmalı ve fikri hürriyetlerini kazanmalı. Çünkü gelecekte daha yaşanabilir bir ülkeyi kuracaklar ve orada yaşayacak olanlar yine bu insanlardır. Bundan sonra hürriyet perisi insanlara gelecekte daha yaşanabilir bir dünyanın nasıl olacağını anlatmaya çalışmaktadır.

Ülkenin Geleceği

Hürriyet perisi gelecekteki ülkenin durumundan bahsederken farklı bir elbiseye bürünmüştür. Bu değişiklik perinin üslubuna da yansımıştır. Hayali bir ülkeden bahseden perinin değişimini Namık Kemal şu kelimelerle ifade etmektedir; “Hayal, süratle gene geldiği tarafa çekilerek bir kere silkindi. Sarıldığı buluttan sıyrıldı. Vücudunu ateşi kırmızı bir nuranî libas ile setreyledi. Büründüğü sehabı lâtif ise elinde gene o renge mail bir alem şekline tahavvül etti ki ortası milletin tali ikbal ve Seyfi celalinden nişan olan necim ve hilal ile tezyin olunmuş ve kenarına gümüş tellerle: Yedi hürriyettedir rayeti ikbali Osmanî/ Bihamdillâh erişti devri istikbali Osmanî”. Bu değişiklikle beraber peri artık ülkenin bayındır olduğundan, her şeyin düzeldiğinden, güzel günlerden bahsetmektedir.

Artık aydınlık bir ülke vardır. Rüyanın başındaki gibi karanlık değildir hiçbir şey. Ülkenin her yanı, şehirler, yollar, evler, binlerce mehtabı, yüz binlerce kehkeşânı, milyonlarca yıldızı toplamış aydınlık, başka bir dünya görünür olmuştur. Demir yolları, caddeler, nehirler, su kanalları, insan vücudundaki damlalar gibi sık ve iç içe geçmiş şekilde her tarafa yayılmıştır. İsteyen herkesin evinde telgraf vardır. Haberleşme hürriyeti gelmiştir. Halkın içinden en şanssız sayılan yoksulu bile içinde yaşanan zamanın en güçlü padişahından daha mutlu ve bolluk içindedir. Ülkenin milletvekilleri vardır. Çünkü karanlıklar içerisinden, bulutların arasından gelen hürriyet artık ülkeye tam manasıyla hâkimdir. Bu Namık Kemal’in hürriyete olan güveni ve arzusunu göstermesi bakımından önemlidir.

Hürriyet Her Şeyi Halleder mi?

Namık Kemal hürriyetin her şeyi halledeceği gibi bir temelsiz düşünceye sahip olmadığını Rüya’da vurgulamıştır. Bunu, ilerleme, teknolojik gelişmelerin desteklenmesi gibi vurgulardan da anlamamız mümkün. Bunun yanında yazdığı yazılarda da hürriyetin taraftarlığını, onun tesisi konusunda ekonomik ve sosyal-kültürel atılımların sağlanması ile bir bağlantı kurarak açıklamalarda bulunmuştur. Öte yandan Rüya’da üzerinde durulan önemli konulardan bir tanesi de vatan kavramıdır. İsmail Parlatır’a göre Namık Kemal’in Rüya’daki vatan fikri onun ne kadar ileri görüşlü olduğunu göstermektedir.

Çünkü yirminci yüzyılın ortalarında ileri medeniyet seviyesinin gerçekleştireceği bu müreffeh vatan imajını Namık Kemal o günlerde gözler önüne sermiştir. Bu vatan fikri ise “hürriyet, kuva-yı hükümet, usûl-i mesuliyet ve müsâvât gibi fikirlerin gerçekleşmesi sonrasında ortaya çıkabilecektir. Nihayetinde, Namık Kemal, hayal dünyasında canlandırdığı bu vatan imajı karşısında kendinden geçerek rüyadan uyanmıştır. Rüyadan uyandığında ise şöyle demektedir; uykudan o hayalâtı ruhperver içinde uyandım. O derece sevdazadei imbisat olmuşum ki tekerrürü menam ile iadei rüya kabil olurmuş gibi gene gözlerimi kapıyarak pişgâhı nazraya çekilen perdei zalâm arasında gördüğüm âlemi kemalâtın bir daha temaşasına saatlerce çalıştım. Tabiî muvaffak olamadım. Fakat hâlâ ömrümün büyük sermayei safası bu temaşanın tasavvuratı ruhperveridir.

Namık Kemal’in Rüya’sı dönemi anlamamız bakımından oldukça önemli bir yazıdır. Bir nevi dönemin bir fotoğrafı gibidir. Özellikle ilk bölümleri Namık Kemal ve arkadaşlarının mücadelesini verdiği hürriyet fikrinin ülkedeki hazmedilme ve özümsenme durumu çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Her ne kadar yazının üçüncü bölümünde geleceğe dönük anlatılar Namık Kemal’in hayalleri olsa da mücadelesini vermiş olduğu hürriyet fikrini ne denli ölçüp tarttığını ve onu sağlam temellere oturtup hazmedebildiğini yansıtan en başarılı anlatılardan bir tanesidir.

Namık Kemal ve Meşrutiyet Fikirleri

Namık Kemal yazılarında en çok hürriyet ve meşrutiyet konularını işlemiştir. Bu yazıları takip ettiğimizde anlıyoruz ki, Namık Kemal Meşrutiyeti ciddi bir şekilde tartışmıştır. Ciddi olarak sağlam bir temele oturtmuş ve buna ciddi bir şekilde inanarak savunmasına girişmiştir. Bu savunmayı yaparken de hürriyetin tesisi, ferdi hürriyetin sağlandığı, kimsenin üzerinde bir baskının olmadığı dönemlerin gelmesini ciddi manada çok istemiştir. Bunu isterken onun üslubu da oldukça farklıdır. Daha evvel ifade ettiğimiz gibi, o hürriyet ortamına kavgasız ve kansız bir şekilde ulaşmayı amaçlamıştır. Bu üslup oldukça önemlidir. Bir bakıma da meşrutiyet ve hürriyet fikirlerini ne denli ciddi temellere oturttuğunun göstergesidir. Bu üslup onu komitacı bir tavırdan uzaklaştırmıştır.

Yeni Osmanlıların bir üyesi olan Namık Kemal’in hedefinde şüphesiz Tanzimat vardır. Bunun yanında Tanzimat Hattı’nın siyasi önemini inkâr etmez. Bununla beraber siyasi haklarımızın sağlanması için yeterli olmadığını düşünmektedir. Gülhane Hattının bazılarının zannettiği gibi Osmanlı Devleti için bir şartaname-i esasi olmadığını şer’i şerifin bazı kanunlarını teyit ile beraber Avrupa’nın fikrine muvafık birkaç yaptırımdan oluşan bir beyanname olduğunu belirtmektedir. Hattı Humayunu eleştirmeye devam eden Namık Kemal, şeriatın hükümlerinin sadece can, mal ve namus güvenliği şeklinde, yani şahsi hürriyet tarzında ele alınmasını yanlış bulmaktadır. Buna karşın eğer Hatt-ı Humayun fikir, hürriyetini, halkın hâkimiyetini ve usul-ü meşveret gibi birçok esasları kabul etseydi bir şartname-i esasi şeklinde kabul edilebilirdi demektedir.

Meşrutiyet’in Özü

Bunun yanında usul-ü meşveretin tesisi konusunda derin fikirleri bulunmaktadır. Bunun için hükümetin elindeki kanun yapma gücünü almak gerektiğini, aksi olduğunda kanunların kişisel olacağını düşünmektedir. Bu durumun ortadan kalkması için de şuray-ı ümmetin tesisi gerekmektedir. Sonuçta mevcut olan mezalim ve israfatı kaldıracak ve halkın haklılığını ortaya koyacak tedbir usul-ü meşverettir. Usul-ü meşverettin kaynağı ise Namık Kemal’e göre elbette İslam’dadır. Ona göre meclisin, meşrutiyetin kaynağını Batıda değil İslam’da aramak gerekmektedir. Fakat bu durum bugün dahi tartışıldığı gibi 19. yüzyıl içinde de tartışma alanı bulmuştur. Meselenin özü aslında İslam’daki hâkimiyet anlayışıdır. Bu tartışma Raşid halifeler devrinden başlayarak günümüze kadar gelen bir tartışmadır. Namık Kemal’in yaklaşımı ise bu usul-ü meşveretin kaynağının İslam’da olduğudur. Tartışma genel olarak şu iki ayet üzerinde yapılmaktadır;

Sen Allah’tan bir rahmet sayesinde onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın etrafından dağılıp gitmişlerdi. Artık onları bağışla, onlar için af dile ve iş hususunda onlarla müşavere et (Veşavirhum fi’l emr). Bir kere de azmettin mi artık Allah’a tevekkül et.” (Âl-i İmran, 159)ve Onlar Rablerine icabet ederler, namazı kılarlar, işleri kendi aralarında şura (ile)dir, (ve emruhum şûra beynehum), rızık olarak verdiklerimizden infak ederler.” (Şura, 38) Bu ayetlerde tartışılan nokta “hum” zamirinin neyi karşıladığıdır. Namık Kemal’in bu ayetlerden anladığı halk ile görüş alış verişinin olacağıdır.

Halk Hakimiyetinin Dini Kaynakları

Bunun için de halkın hâkimiyetini hem akli olarak hem de şer’i olarak sorunsuz görür. Öte yandan Halkın egemenliğini bir zehir gibi algılayanlara da cevap verir. Bu tür bir yönetim tarzının olsa olsa selamet olacağını ortaya koyar. Bununla birlikte Karadağ’da, Sırplar’da ve dahi Mısır’da bu tür bir meclisli yönetim var. Biz Karadağ vahşileri kadar olamıyoruz diyerek ülkenin bu konudaki geri kalmışlığını ortaya koymaya çalışmaktadır. Bu konuda sorulara cevap vermeye devam eden Namık Kemal, İstediğimiz Meclis yönetimi (Meclis-i Şuray-ı Ümmet) “Bir bidat imiş Ne yapalım… Diye başlayan hürriyetteki bir yazısında Vapurlar da bid’at almayalım, İğneli Tüfenkler’de bidattir almayalım… Böylelikle nasıl terakki olunacaktır?” Diye sormaktadır. Ona göre icma-i ümmetle yapılan şeyler bidat değil aksine usul-ü dindendir.

Öte yandan Osmanlı haklı meşrutiyete hazır mı sorusu karşısında, Avrupa’dan örnek verir. “Avrupa ne yapıyor? Kimse zannetmesin ki Avrupa köylüsü bizimkilerden âlâdır. Her anlamıyla onlar da bizimkilere benzer” diyerek aslında haklın da meşrutiyete hazır olduğunu savunmaktadır. Her konuda usul-ü meşvereti savunan Namık Kemal, en çok da din terakkiye mani midir? Sorusu üzerine malumat beyan etmiştir. O meşrutiyet fikirlerinin tamamının İslamiyet’te kaynağını bulabileceğine inandığı için tüm görüşlerini de bu temele oturtmuştur. Fakat Meşrutiyet’i İslamiyet’ten çıkaramayanlar da Namık Kemal’i eleştirmişlerdir. Bu konuda günümüzde de söylemler devam etmektedir. Mesela Niyazi Berkes, Namık Kemal’in üç uzlaşmaz önermeyi bir arada yürütmeye çalıştığını belirtmiştir. Bu üç uzlaşmaz önerme ise, din, terakki ve meşrutiyettir. Hâlbuki ona göre İslam medeniyetinin ilk doğuşundaki uygulamalar saltanattan çok meşrutiyeti gerekli görmektedir.

Öte yandan Namık Kemal meşruti yönetimin meclis aşamasını da derin bir şekilde düşünmüştür. Buna göre; Namık Kemal’in öngördüğü siyasal yapıda bir meclis olacaktı. Ancak bu meclisin görevi sadece hükümeti denetlemek değildi. Aynı zamanda yasama görevini de yerine getirecekti. Namık Kemal parlamenter bir sistem önerdiğinde hiç kuşkusuz aklında batılı modeller vardı. Ancak o bu modelleri incelediğinde Osmanlı toplum yapısına uygun olarak Fransa modelini öneriyordu.

Namık Kemal’in Kurulmasını Teklif Ettiği Meclisler

Ona göre Alman, İngiliz ve Amerikan modeli Osmanlı toplumsal yapısına uygun değildi. Çünkü Amerika Cumhuriyet olduğu için, Almanya ve İngiltere ise sınıfsal yapılarından dolayı Osmanlı ile benzeşmiyordu. Namık Kemal şu meclislerin kurulmasını teklif ediyordu:

a) Devlet Şûrası: Kırk ya da elli üyeden oluşacak; kanun tasarılarını hazırlayacak; yönetim kanunlarının yürütmesi için gerekli kararları alacak bir kurul;

b) Ümmet Şûrası: Birinci kurulun hazırladığı tasarıların kanunlaştırılma ve hükümet bütçesini kontrol etme görevini yapacak bir kurul;

c) Âyan Meclisi:  Bu, temel kanunun ve halkın haklarının korunmasını sağlama ödeviyle, yalnız bu koşullara uygun yapılan kanunların yürürlüğünü onaylayacak bir organdır.

Avrupai İslamiyet

Nitekim meşrutiyet ilan edildiğinde de neredeyse Namık Kemalin bu görüşü çerçevesinde bir meclis şekli oluşturulmuştur. Aslında Namık Kemal’in gerçekleştirmeye çalıştığı şey başkaydı. İslam siyaset kuramından sentezle Kur’an’da bulunan “meşveret” yani danışma ve görüşme emrine dayanıyordu. Osmanlılara siyasal hakların verilmesi ve parlamentolu bir hükümete gidilmesi amacıydı. Bunun da felsefi temeli Rüya’da da vurguladığı gibi, insanların hür doğmasıydı. Daha da hür olmak, hürriyetten daha iyi faydalanmak üzere devletle bir bağ kurmalarıydı. Yani “devletin halktan ayrı bir vücudunun olmadığının” vurgulanmasıydı.

Tüm bunlarla beraber, Namık Kemal, milli ve İslami değerleri muhafaza etmek şartı ile kuvvetli bir şekilde Avrupalılaşma yanlısıdır. İslamiyet’in hayatiyetine inanmıştı. Onun medeniyet ve ilerleme ile asla tezat halinde bulunmadığını kabul etmişti. Garp yani Batı medeniyetinden alınacak müesseseler ile İslami ve milli esasların telifini istemişti. Böyle bir görüş ileri sürmüştü. Türkiye için her bakımdan bir zaruret olduğunu kuvvetle müdafaa ettiği meşrutiyet usulünün hukuki esaslarını dahi şeriatta aramıştı. Araştırmacılar onu, Osmanlıcı, Milliyetçi, modernleşme yanlısı ve İslamcı olarak tanımlayabilmekteler. Belli ölçülerde birbirini iten bu ideolojik tavırların, şaşırtıcı bir biçimde bir arada savunuldukları doğrudur. Bu nedenle Namık Kemal biraz da araştırmacıların baktığı yere göre değişir. Namık Kemal’in ideolojik duruşu, son aşamada bunların toplamı olduğu söylenebilir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir