Propaganda Nedir?

Psikolojik harbin önemli unsurlarından biri olan propaganda çok eski zamanlardan itibaren ismi propaganda olmasa da savaşlarda zaferin kazanılması adına kullanılan en etkili savaş stratejilerinden birisi olarak görülmüştür. Fakat Hamit Pehlivanlı’nın verdiği bilgiye göre bu kelimenin açık bir şekilde kullanılmasına XVII. yüzyılda Protestanlığa karşı  mücadele edilmesi konusundaki bir belgede Vatikan Arşivlerinde, rastlanmıştır. İşte propaganda kelimesi terim olarak buradan doğmuştur. Kelime Latince “yayılması gereken şey” manasına gelen “propago’dan türemiştir. Tarih boyunca da ilk kullanıldığı andan itibaren propaganda bir şekilde savaşta veya günlük hayatta da kullanımı devam etmiştir.

Günümüzde ise propaganda faaliyetlerini hayatın her alanında bir şekilde gözlemlemek mümkündür. Askeri bakımdan tahrip gücü oldukça yüksek iki güçten birisi propagandadır. Konumuz bakımından Birinci Dünya Savaşı bu noktada oldukça önemlidir. Zira her ne kadar propaganda ikna etmekle, yönlendirmekle ve yaymakla alakalı bir şey olduğu için eski devirlerden beri bilinen bir şey olsa da 19. yüzyıl ve Birinci Dünya savaşı propagandanın çok önemli olmaya başladığı bir dönemdir. Birinci Dünya Savaşı’ndan itibaren klasik savaşın yanında artık siper savaşı, yıpratma savaşı, topyekûn savaş ve psikolojik savaş gibi savaş türleri ortaya çıkmaya başlamıştır. Psikolojik savaş ve onun önemli bir unsuru olan propaganda faaliyetleri ise savaşı kazanmada oldukça önemli, savaşın sonucunu doğrudan etkileyen etkenlerden bir tanesi haline gelmiştir.

Birinci Dünya Savaşı’ndan Önce Avrupa’da Propaganda

Birinci Dünya Savaşı öncesinde gerek İngiltere ve gerekse de Almanya gibi ülkeler propagandanın gücüne inanmış olmalılar ki bu yönde birçok faaliyetlerde bulunmuşlardır. Örneğin İngiltere daha önceden kilise, basın, siyasi partiler, yardım dernekleri gazetelere ilan vererek, broşürler basarak, konferanslar düzenleyerek kamuoyunu etkilemeye çalışmaktadırlar. Fakat Birinci Dünya Savaşı’na girildiğinde eldeki tüm kuvvetleri kullanmak için merkezi bir propaganda ağı oluşturmaya başlamışlardır. Öte yandan Almanya’da bu konunun öneminin farkındadır. O yüzden savaş başlamadan önce devlete bağlı bir propaganda mekanizmasının gerekliliğinin farkına varmış ve bu konuda faaliyetlere girişmiştir.

Her iki tarafta da edebiyat- yazar çevreleri savaş başlar başlamaz ülkelerinin çıkarı doğrultusunda yazıp çizmeye başlayacaktır. Fakat bu durumu en iyi kontrol edebilen ülke hiç şüphesiz İngiltere olacaktır. Kurmuş olduğu propaganda merkezlerinden bu işe gönül vermiş yazarlar veya şairler tarafından yapılan broşürler, öyküler, şiirler, makaleler devlet tarafından desteklenmektedir. Yazarlar hükümetin düzenlediği cephe gezilerine katılır ve orada gördüklerinden yola çıkarak raporlar, öykü ve romanlar üretmektedirler. Bu faaliyetler, faaliyet gösteren ülkenin vatandaşlarına  yönelik olabileceği gibi dost ve  düşman kamuoyuna hitaben de yapılmaktadır.

Bu konuda da İngiltere ve Almanya arasında müthiş bir savaş bulunmaktadır. Fakat İngiltere savaşın galibi olduğu gibi propaganda savaşında da Almanya’ya galip gelmiştir. Bu doğrultuda savaşa dâhil olan tüm devletler propaganda faaliyetlerinde bulunmuşlardır. Fakat Erol Köroğlu’nun dikkati çektiği bir husus propagandaya maruz kalacak olan dost-düşman asker ve sivil toplumun okuryazarlığının bulunup bulunmadığı konusudur. Çünkü savaş içinde ve dışında yapılacak olan propaganda faaliyetlerinin malzemeleri büyük oranda yazılı metne dayanmaktaydı. Okur yazarlık konusunda Rusya ve Osmanlı Devleti dışında savaşa dahil olan İngiltere ve Almanya’nın oldukça ileri olduğu düşünülebilir. Fakat Erol Köroğlu’nun belirtmesine göre Almanya’nın propaganda konusunda İngiltere’ye yenilmesinin iki nedeni vardır. Bunlardan bir tanesi Almanya’nın propaganda faaliyetlerini bir merkezde toplayamaması, diğeri ise yabancı kamuoyunu anlamakta yetersiz kalmasıdır.

Birinci Dünya Savaşı’ndan Önce Osmanlı’da Propaganda

Osmanlı Devleti’nde ise en azından yazılı-edebi propaganda faaliyetleri konusu oldukça ihmal edilmiştir. Bu konuda şair ve edebiyat çevreleri faaliyette bulunmamakla, savaş üzerine şiir, öykü vb. yazılar yazmamakla suçlanmışlardır. Edebiyatçıların ise bu durumda kafası üzerimize düşeni yapıyor muyuz yapamıyor muyuz? Konusunda oldukça karışıktır. Fakat bu konuda Harp Mecmuası, Türk Yurdu ve Yeni Mecmua gibi dergilerin varlığından bahsetmemiz gerekmektedir. Bu dergiler yayımladıkları çeşitli öykü, şiir ve yazılarıyla savaş edebiyatına katkıda bulunmuşlardır. Bu faaliyetlere aşağıda değinilecektir.

Fakat burada neden propaganda faaliyetlerinin Osmanlı Devleti’nde diğer devletler kadar başarılı olunamadığı sorusuna cevap bulmamız gerekmektedir. Bu durumda sanatçılar, şairler, edebiyatçılar, düşünürler savaş edebiyatına katkı sağlamadıkları ve hem cepheye hem de cephe gerisinin moral ve psikolojik açıdan sağlam durmasına katkı sağlamadıkları konusunda suçlanırken aslında burada suçlanması gereken, eleştirilmesi gereken devlettir. Osmanlı devleti bu konuda tam olarak teşkilatlanamamıştır denilebilir. Örneğin Almanya’nın propaganda alanlarından en önemlisi Osmanlı topraklarıdır. Bu propaganda faaliyetlerini güden, çeşitli neşriyat veya savaşın seyrini anlatan sergilerin açılmasını sağlayan sanatçılar değil Alman Devleti’dir. Öte yandan Savaş sırasında uygulanan sıkı sansürün de bu durma etki ettiği kesindir. Nihayetinde Osmanlı Devleti savaş içi cepheye ve cephe gerisine moral verme konusunda rakipleri kadar başarılı olduğu pek söylenemese de hiçbir alaka gösterdiği de söylenemez.

Birinci Dünya Savaşı’ndan önce Osmanlı Devleti’nde propagandanın öneminin kavrandığı dönem Sultan 2. Abdulhamit’di. 2. Abdulhamit dönemi Rusya ilişkileri ve 93 Harbi ile ilgili yazımızı okumak için 2. Abdülhamid Dönemi Osmanlı-Rus İlişkileri ve 93 Harbi başlıklı yazılarımıza bakabilirsiniz.

Mukaddes Cihad İlanı- Çift Taraflı Propaganda Aracı

1914 yılına gelindiğinde Avrupa’nın içerisinde bulunan siyasi-ekonomik çekişmeler bir savaşa neden olacaktı. Özellikle İngiltere ve Almanya’nın sömürge yarışına girmesi savaşı getiren en önemli etkenler arasındaydı. Bu sürecin Osmanlı Devleti tarafına yansıyan ise şüphesiz İslam Halifesinin, yani Osmanlı Padişahının elinde bulunan cihad ilanın yaratacağı etkiydi. Bu sebepten ötürü Almanya oldukça etkili olduğunu düşündüğü bu gücü kullanmak için Osmanlı Devleti’ne uzun zamandır yakınlaşmaya çalışıyordu. Öte yandan İngiltere ise bu gücü pasifsize etmek için kollarını sıvamıştı. İngiltere ciddi manada cihadın ilanından sonra gerçekleşecek olanlardan çekinmekteydi.

Bunun için de özellikle Orta Doğu’da cihadın etkisini kırmak için Osmanlı ve müttefikleriyle kıyasıya bir mücadeleye girmiştir. Sonuçta Osmanlı Devleti Almanya’dan gelen Goeben ve Breslau adlı savaş gemilerinin 29 Ekim 1914’de Rusya’nın Odessa ve Sivastopol limanlarını bombalaması sonrasında Osmanlı Devleti 2 Kasım 1914’de Birinci Dünya Savaşına girmiş bulunmaktadır. Bunun akabinde 14 Kasım 1914 tarihinde Sultan V. Mehmet cihad ilan etmiştir. Şeyhülislam Ürgüplü Hayri Efendi’nin de imzasının bulunduğu fetva metni Fatih Camiinde, Fetva Emini Ali Haydar Bey tarafından okunmuştur.

Böylelikle 300 milyon Müslüman dünyası cihada çağrılmıştır. Bu süreçten sonra fetva metni imparatorluğun tüm vilayetlerine ve Müslümanların yaşadığı bölgelere gönderilmiştir. Böylece cihad bir propaganda aracı olarak kullanılmaya başlanmıştır. Cihadın bir propaganda aracı olarak kullanılması aynı zamanda propagandanın dini bir kisve kazanması demektir. Hem Osmanlı Devleti hem de İngiltere cihadı propaganda malzemesi olarak kullanmışlardır. Cihad ilanının İslam topraklarındaki yansımasına, Müslümanlar üzerinde bıraktığı etkiye bakmak gerekmektedir.

Dergilerin Cihada Etkisi

Bu konuda Sebilurreşad Mecmuası savaş içinde Afganistan’dan Tunus’a, Saray Bosna’dan Bağdat’a cihad ilanı hakkında bilgiler vermektedir. Bunlara aşağıda değinilecektir. Fakat bu mecmuada cihad ilanının yapıldığı günlerde tüm Müslümanların cihada iştirakinin sağlanması için çeşitli yazıların yayımlandığını görmekteyiz örneğin mecmuanın 314. sayısında “Bütün Müslümanlara Cihad Farz Oldu” başlığı altında İslam ahalisi cihada çağrılmaktadır. Bu çağrı hadisi şeriflerle, ayetlerle süslenerek yapılmaktadır.

Fakat burada dikkat çekmek istediğimiz nokta şudur ki,  yazı 6 Kasım’da yayınlanmış, Osmanlı Devleti cihad ilanını 14 Kasım’da yapmış, fakat savaşa 2 Kasım’da girilmiştir. Burada bizim belirtmek istediğimiz nokta resmi olarak cihad ilan edilmeden önce dahi gazete ve dergilerin cihada yönelik propagandaya başlamalarıdır. Öte yandan cihadın resmi olarak ilanından sonra da bölge bölge cihad ilanının yansımalarını ifade etmişlerdir. Örneğin Saray Bosna’da bir Cuma günü Gazi Hüsrev Bey Camisinde hutbeden cihad ilanı duyurulunca camii içindeki Müslümanlar gözyaşlarına boğulmuşlardır. Sebillürreşad’ın aktardıkları halkın ve yerel güçlerin tamamıyla bu cihada iştirak ettikleri yönündedir. Saray Bosna gibi diğer İslam memleketlerinden, İran’dan, Afganistan’dan, Hindistan’dan, Fas’tan, Azerbaycan’dan gelen haberler de cihad ilanının Osmanlı’nın lehine işlediği yönündedir.

Bunun dışında Osmanlı Devleti cihad fikrini savaşta tam manası ile kullanmak için yayımladığı beyannamelerle cihadın haklılığını savunmaya çalışmıştır. Cihad ilanının altyapı oluşturduğu propaganda faaliyetlerini özellikle de Arap coğrafyasında uygulamaya çalışan Osmanlı Devleti, Irak, İran bölgesinde bölgesel ve kültürel ayrıcalıklara göre hareket ederek yerel aşiret güçlerini kendi tarafına çekmeye çalışmaktaydı. Örneğin İran bölgesine cihad ilanı ve harb-i umumide Osmanlı’nın yanında yer almaları için Şii müçtehitlerden yararlanma yoluna gidilmişti. Bunun yanında aşiretler arası düşmanlıklar ortadan kaldırılmaya çalışılmıştır.

Cihadın Duyurulması

Öte yandan cihada katılımın sağlandığı takdire daha evvelden devlete muhalif hareket edenlerin suçları affedileceği belirtiliyordu. Cihad ilanını halka duyuranlar ise hitabeti yüksek kimselerden seçilmekteydi. Cihad metinleri ise Arapça ve Farsça olarak Arap ve İran bölgelerine gönderilmekteydi. Bunun yanında çeşitli gazeteler çıkarılarak cihadın haklılığı ispatlanmaya çalışılıyordu. İran bölgesine ise cihada katılım için daha savaş başlamadan Enver Paşa tarafından görevliler gönderilmişti. Bu faaliyetler için bu kişilere yüksek miktarda paralar verilmekteydi. Bu faaliyetler beyannamelerle desteklenmekteydi.

Örneğin 27 Aralık 1915’de Bağdat’ta basılan 300 adet Farsça beyanname İran hududundakilere dağıtılmıştı. Bu beyannamelerde savaşa katılımın her Müslüman’a farz olduğu vurgulanıyor ve İngilizlerle onların yanındaki devletlerin İslam’ı yok etmek için uğraştıklarının altı çiziliyordu. İran üzerine yapılan propagandanın bir unsuru da Hz.Ali’nin propagandalarda kullanılmasıdır.

Afganistan bölgesi ise Osmanlı’nın nüfuz edebileceği kadar Osmanlı’ya yakın değildi. Ayrıca Afganistan İngiltere’nin etkisi altında bulunuyordu. Afgan Emiri Hindistan Hükümetinden 120 bin İngiliz lirası ödenek almaktaydı. Cihad fikri Osmanlı Devleti tarafından oluşturulan beyannamelerde “İngilizler Müslümanlara karşı bir tehdittir. Bu tehdit karşısında birleşmeliyiz” çağrısı yaparken İngilizler cihadın meşruluğunu sorguluyordu. Uçaklardan Müslümanların yaşadığı yerlere atılan İngilizler tarafından hazırlanmış beyannamelerde, İngiltere’nin bu savaşı istemediği, Almanların yüzünden savaşın çıktığı ve Osmanlıların da Almanlara kanarak tüm Müslüman Alemini savaşa sürüklediğini savunmaktadırlar.

İngilizlerin Karşı Propagandası

Fakat bunu yaparken Arapların İslami duygularını incitmeden tüm sorumluluğu Almanya’nın üzerine yıkarak yapmaya çalışmaktadırlar. Osmanlılar ise Almanlar tarafından kandırılmıştır. Halifenin kafirlerle birlik yapıp cihad ilan etmesi de diğer bir propaganda konusudur. İngilizler hazırladıkları beyannamelerde Osmanlı halifesinin meşruiyetini kaybettiğini çünkü kafirlerle işbirliği yaptığını bu sebeple de cihadın geçersiz olduğunu; yani Osmanlı halifesinin cihad ilan edemeyeceğini savunmaktaydılar. Bu anlayışla ilan edilen cihad iki taraf içinde bir propaganda malzemesi olmuştur.

İngilizler cihadın geçersiz olduğunu, Osmanlı devleti de cihadı başlı başına bir propaganda aracı haline getirdiğinden dolayı iki taraf için de malzeme haline gelmiştir. Bu karışıklık içerisinde İngiltere kralının Müslüman olduğu dahi propaganda edilmiştir. İngilizler’in cihad ilanından çekindiği açıktır. Çünkü bu gücü engellemek için binlerce beyanname hazırlayıp İslam topraklarına atmışlardır. Cihadın geçersiz olduğunu ispatlamak için, cihat nedir? Nasıl İlan edilir kabilinden ifadelerle metinler oluşturmuşlardır. Almanlar açısından ise cihadın önemi büyüktü.

Her ne kadar cihad fikri denenmemiş bir güç olsa da Almanya’yı cezbeden çok fazla bir enerji kaybetmeden İngiltere ve Fransızların sömürgesi altında yaşayan İslam toplumlarını harekete geçirip onlara savaş içerisinde problem çıkartmaktı. İttihatçıların bu konudaki fikri ise özellikle Enver Paşa’nın, cihad İslam alemini topyekun kurtaramasa da en azından İtilaf Devletlerinin İslam coğrafyasında çok asker bulundurmasına sebebiyet vereceği için oldukça önemliydi.Örneğin Haz. Ali’nin bayrağını taşıyan Caferi bilginleri ile ileri gelenler İran içlerine giderek faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Cihadın Hindistan’daki Etkisi

Öte yandan Hintli Müslümanlara yönelik cihad politikası da bulunmaktaydı. Bu politika da cihad fetvasının camilerde okunması ve İngiliz Ordusundaki Hintli Müslümanlara yönelik hazırlanmış beyannameler yolu ile yapılıyordu. Özellikle İngiliz Ordusu’ndaki Hintli Müslümanlara yönelik hazırlanan Hintçe, Urduca beyannameler İngilizlere sorun çıkartmaya başlayacaktır. Ordudan firarlar artacaktır. Müslümanlara karşı savaşmanın günah olduğu fikri bu beyannamelerdeki en önemli fikirlerdendir. Bunun üzerine Hintli Müslümanlar ya firar etmeye çalışmışlar ya da kollarını bacaklarını kırarak cephe gerisinde kalmaya çalışmışlarıdır.

Fakat tüm bu beyannameler, cihad ilanları çok yerel kaldığı söylenebilir. Ve duygusal seviyedeki etkisiz tepkilerle sınırlı kalmıştır. Örneğin İran’da yapılan Müslümanlığın tehlikede olduğu fikri Şiir olan İranlılar üzerinde fazla etki etmemiştir. Bunun nedeni İranlıların çoğu Sünni Osmanlıları kâfirlerden beter saydıklarıdır. Bunun için hazırlanan beyannameler ve cihad fetva metinlerini yaşadıkları bölgelere sokma konusunda direnç göstermişlerdir.

Casuslar ve Propaganda

Birinci dünya savaşında propaganda faaliyetlerinin yapılabilmesi için önemli görülen araçlardan bir tanesi de casusluk faaliyetleriydi. Yetiştirilen casuslar. Osmanlı topraklarına gönderiliyor ve burada İngiltere ve Rusya lehine, Osmanlı Devleti aleyhine faaliyetlerde bulunurken bir yandan da bölge halkının zihni dünyalarını etkilemeye çalışıyorlardı. İngiltere’nin bu konuda çok dikkatli davrandığı bilinmekteydi. Kıbrıs’ta dahi propaganda bir okulu açılmıştı. Muhtemelen burada yetişen kişiler Osmanlı topraklarına gönderilmeden önce gönderileceği bölge hakkında tafsilatlı bilgi sahibi oluyor, gidecekleri bölgelere göre nasıl davranacaklarını önceden ayarlıyorlardı.

Bu casusluk faaliyetleri özellikle de Irak-Arap bölgesinde yoğunlaşmıştı. Çünkü İngilizler Arapları Osmanlı Devleti’ne karşı kullanabileceklerini düşünüyorlardı. Onlara Türkleri sırtlarından atmaları karşılığında bağımsızlık vaat ediliyordu. Arapların yaşadıkları bölgelere İngilizler çok sayıda casus göndererek aşiretleri Osmanlı’ya karşı kışkırtmayı amaçlamaktaydı. Öte yandan Ruslar da kuzeyden gelerek Kürtleri kendi taraflarına çekmeye çalışıyorlardı. Osmanlı Devleti ise tüm bu casusluk faaliyetleri ile başa çıkmaya çalışıyordu. Casusluk faaliyetlerinin yoğun olarak görüldüğü bölgelerde güçlü haber ağları kurarak bunu engellemeye, casusları tespit edip yakalamaya çalışıyordu.

Yabancı Dil Bilen Personel İhtiyacı

Bu konuda halkı bilinçlendirmek ve merkez komutanlıkları ile askere alma şube memurları tarafından görülmelerini sağlamak için beyannameler hazırlanıyordu.  Bu kişilerin bu beyannameleri görmeleri için de sokak köşelerine, kulüp, gazino, istasyon gibi yerlere asılıyordu. Bu şekilde memurların ve halkın casuslar konusunda dikkatli olmaları sağlanmaya çalışılıyordu. Bunun yanında ordu içerisinde de bir casus olabilme ihtimali olan insanların bir şekilde jurnallendiğini belgelerden anlamaktayız. Örneğin 1917 yılında İngilizler lehine propaganda yaptığı ve gençlerin aklını çeldiği düşünülen Yeniköy Sahil Topçu Kumandanlığı İhtiyat Zabiti Eşref Memduh Bey’in harpten önce İngiltere’de bulunmasından dolayı şüphelenildiğini ve gözetlenmesi gerektiği bildirilmekteydi.

Öte yandan Devletin bu dönemde yabancı dil bilen elemana olan ihtiyacı had safhadaydı. Örneğin yukarıda da bahsettiğimiz sansür heyetlerinin başında durumu idare edecek gelen giden mektup vesaire belgeleri inceleyebilecek yabancı dil bilen insanlara ihtiyaç bulunmaktaydı. Devlet ise bu heyetlerin başlarına Ermenileri yerleştirmişti. Casusluk faaliyetleri, içeriden dışarıya, dışarıdan içeriye bilgi aktarımı pek ala bu kişiler sayesinde sağlanabilirdi. Kazım Karabekir Paşa da tam olarak anılarında bu ayrıntıya dikkat çeker ve Ermenilerin sansür heyetinin içerisinde olmasından kaygı duyduğunu ifade eder.

Beyannameler

Savaş içerisinde düşman uçaklarından cephelere atılan beyannameler propaganda faaliyetlerinin en tipik örneklerindendir. Bu beyannameler atılacak cephelerde bulunan askerlerin diline göre yazılıyordu. Bu beyannamelerin hazırlanmasındaki amaç ise düşman askerinin direncini kırmak ve düşmanın psikolojik olarak savaşı kaybetmesini sağlamaktı. Bu beyannameler çok dikkatli bir şekilde hazırlandığı anlaşılmaktadır. Özellikle başlıkların çok dikkat çekici ve okumayı teşvik edecek şekilde seçilmesine gayret gösterilmiştir.

Örneğin; “Türk Karındaşlarımıza, Anadolu’nun mazlum yavrularına, Ey din kardaşlarımız”, “Masum Osmanlı Askeri niçin harp ediyorsun?” “Hala mı duruyorsunuz.”, “Türk oğulları bu kadar alçak bir raddeye mi tenezzül ettiler de birkaç dinsiz, cibilliyetsiz adama mahkûm oldular?” Kabilinden beyanname başlıkları oldukça dikkat çekicidir. Beyannamelere karşı askerlerden karşılık olarak ya hiç okunmadığı ya da komutanlardan gizli bir şekilde okunduğunu ifade edebiliriz. Çünkü beyannamelerin varlığı anlaşıldığından derhal toplatılmaktaydı.

Sadık Sarısaman’ın belirtmesine göre bazen beyannamelere karşı cevap olarak beyannameler gönderilmekteydi. Bu beyannamelerde bazen fotoğrafların da kullanıldığı tespit edilmiştir. Özellikle esir Osmanlı Askerlerinin esir kamplarındaki iyi hallerde çekilmiş fotoğrafları ile yazılan bildiriler cephelere atılarak askerin direnci kırılmaya çalışılmıştır. Esir oldukları halde Dümbelek çalan, nargile içen Osmanlı askerlerinin dahi fotoğrafları beyannamelere eklenmiştir.

Ayrıca yukarıda da bir şekilde değindiğimiz gibi bu beyannamelerde işlenen temalar aşağı yukarı, Osmanlının Almanya’nın bir sömürgesi haline geldiği, İttihat Terakkinin dinsizliğinin vurgulanması, İttihat Terakki’nin ırkçılık yaptığı, savaşın Almanlar tarafından başlatıldığı iddiaları, Almanların zoru ile Osmanlı Devleti’nin savaşa girdiği, Almanların aslında Türklere ve İslam dinine tarihi bir düşmanlıklarının olduğu, İngilizlerle Osmanlı’nın aslında dost oldukları gibi çok çeşitli konularda beyannameler hazırlamışlardır.

Sanat ve Edebiyatın Gücü

Yukarıda da izah ettiğimiz gibi birinci dünya savaşı sırasında edebi-yazar çevreleri cepheye tam olarak destek vermedikleri noktasında çeşitli eleştirilere maruz kalmışlardır. Bu durumda yukarıda bir şekilde değindiğimiz üzere burada devletin eksikliğinin de vurgulanması gerekmektedir. Fakat dönem içerisinde bu eleştirel reaksiyon sansür vs. etkilerden dolayı gelmemiştir. Bunun üzerine Harbiye Nezareti cephenin ve cephe gerisinin psikolojisini dinç tutmak ve bir algı oluşturmak için sanat ve edebiyatın gücünden yararlanmak istemiştir.

Aslında devlet kimsenin bir şey yapmadığını görünce duruma adeta el koymuştur. Bunun üzerine İstanbul Edebiyat Heyeti oluşturulmuş ve bu heyetin Çanakkale’ye gönderilerek daha sonra burada gördüklerini çeşitli yazılarla ifade etmeleri istenmiştir. Yazılan eserlere ise devlet tarafından para verileceği de bildirilmektedir. Şüphesiz Harbiye Nezareti’nin bu şair ve edebiyatçıları cepheye götürmesindeki amaç cephedeki kahramanlıkları ve durumu halka nakletmekti, askeri savaşa teşvik edici yazı ve şiirlerin yazılmasını sağlamaktır.

Bu heyetin Çanakkale’ye gitmesinden sonra savaş edebiyatında bir canlanma olduğunu söylemek mümkündür. Erol Köroğlu’nun da belirttiği gibi artan bu neşriyat genellikle Türkçüler, Turancılar tarafından sağlanmıştır. Bu yüzden de hazırladığı çalışmasında bu tür metinlerin ulusal bir kimlik oluşumunda büyük etkisi bulunduğunu savunmaktadır.

Harp Mecmuası

Öte yandan savaş içi bir propaganda aracı olarak Harp Mecmuası’ndan bahsetmemiz gerekmektedir. Harp Mecmuası, savaş içerisinde Osmanlı Devleti’nin görsel propaganda bakımından kullandığı en iyi yayınıdır. Derginin propaganda amacıyla Harbiye Nezareti tarafından çıkarıldığı kesindir. Derginin ilk sayısında Harp Mecmuası Neden Çıkıyor adlı yazı aslında her şeyi açıklamaktadır.

Bu yazıda “Bu harp mecmuası… En büyük ve en kuvvetli düşmanlarımız karşısında neslinin ve dininin ananesine uygun bir kahramanlık ve fedakârlıkla cenkleşen muazzam ordumuzun altın destanını yazılar ve resimlerle ebedileştirmek, onun bütün dünyanın gözleri önüne yaymak için çıkıyor.” denilmektedir. Bunun yanında derginin içeriğine baktığımızda büyük ölçüde fotoğraflardan faydalanıldığı görülmektedir. Görsel olarak seçilen malzemeler genel olarak cephedeki askerin durumunun iyi olduğuna yönelik fotoğraflardır. Bunun yanında esir askerlerin fotoğrafları da bulunmaktadır.

Esirlerin Durumu

Bu fotoğraflar esirlere ne kadar iyi muamelede bulunulduğunun gösterilmesi açısından önemlidir. Hatırlanılacağı gibi İngilizler hazırladıkları beyannamelere esir Osmanlı Askerlerinin durumunun ne kadar iyi olduğunu savaşan Osmanlı askerlerine gösterme çabası içerisine girmişlerdi. Harp Mecmuası’nda esir askerlerin gösterilmesi karşı bir propaganda olarak değerlendirilmesi yanlış olmayacaktır. Öte yandan şehit askerlerin fotoğrafları da “Yaşayan Ölüler” başlığı altında yayımlanmıştır.

Görsel malzemenin yanında cephelerden asker hatıraları, şiirler vs. de mecmuada bulunmaktadır. Özellikle mecmuanın 11. Sayısında Sultan V. Mehmet’in Çanakkale’ye ithaf olarak yazdığı şiiri dikkat çekicidir. Bunun yanında Türk askerinin başarıları, düşman uçaklarının düşürülmesi gibi haberler de cepheden duyurulurken, Türk Anası Ne Düşünüyor? Gibi yazılarla da cephe gerisinin psikolojisi düşünülmekteydi.

Bir Propaganda Aracı Olarak Sinema’nın Kullanılması

Fotoğraflar, beyannameler, askerlerin ve cephe gerisindeki halkın psikolojisini etkilemek için yazılmış çeşitli şiirler ve öyküler, asker mektuplar vs. Tüm bunlar bir şekilde Birinci dünya savaşında Osmanlı Devleti’nde propaganda aracı olarak kullanılmıştır. Fakat pek bilinmeyen bir konu ise bir şekilde Osmanlı Devleti’nin sinema filmlerini propaganda faaliyeti olarak kullandığıdır. Çünkü Başbakanlık Osmanlı Arşivindeki belgelerden anladığımız kadarıyla bu tür filmler vardı ve askeri mekteplerdeki öğrencilerin de izlenmesi sağlanıyordu. Bu konuda Darül Muallimin Fotoğraf Muallimi Necati Bey’in çalışmaları takdire şayan bulunmuştur.

Bu konuda masrafların ve sinema filmlerinin temini noktasında devletin çeşitli çabalarda bulunup, masrafları karşıladığını görmekteyiz. Bu belgelerden anlaşıldığı kadarıyla bu filmler Çanakkale cephesi ile alakalı görüntüler içermekteydi ve çekilme amacı da bir şekilde cephe gerisindeki talebelerin zihin dünyasında düşman algısı, vatanperverlik vb. fikirlerini şekillendirmekti.

Gold Scmith’in Filmleri

Öte yandan Avusturyalı Gold Scmith adında bir görevlinin savaşın Avusturya cephesi ile alakalı sinema filmleri göstermek için Anadolu’ya geldiğini görmekteyiz. 1915’ten itibaren Anadolu’nun çeşitli vilayetlerini devlet tarafından izinli olarak dolaştıktan sonra Suriye’ye ve Beyrut vilayetine gitmiş orada da sinema filmlerini askerlere izletmiş ve muhtemelen yeni çekimler de yapmıştır.

1918’ın Şubat Ayında ise İstanbul’a dönmüştür. Osmanlı Devlet’inin Gold Scmith’e izin vermesi ve onun çeşitli sinema ve fotoğraflar aracılığı ile bir şekilde cepheden cepheye savaşın taşınması anlamına gelmekteydi. Bir cephedeki savaşın binlerce kilometre uzaktaki bir diğer cephede hissedilmesi noktasında daha çok yeni bir icat olan sinema ve fotoğrafların kullanılması oldukça önemliydi. İngiltere ve Rusya bu konuda oldukça ileri oldukları çektikleri görüntü ve filmlerin bu güne kadar ulaşmasından dahi bellidir.

Fakat Osmanlı Devlet’i de bir şekilde dünyanın yeni yeni alışmaya başladığı bu yeni propaganda aracından bir şekilde faydalanmak istemiş ve tahminlerimize göre faydalanmıştır. Çünkü belgelerden anlaşıldığı kadarıyla çekilen bu film ve fotoğraflar harbiye talebelerine seyrettirilmekteydi.

Osmanlı’da Kullanılan Propaganda Enstürmanları

Birinci Dünya Savaşı Osmanlı Devleti cephe içerisinde düşmanla silahla mücadele etmesinin yanında yukarıda dile getirmeye çalıştığımız faaliyetlerle de bir şekilde mücadele etmek zorundaydı. Aslında savaş içerisindeki tüm devletlerin yapması gereken buydu. Bu konuda ekonomik ve sosyal alt yapısı güçlü olan devletlerin propaganda faaliyetleri konusunda da güçlü adımlar attıklarını görmekteyiz. Bunun yanında bu tür faaliyetlerde başarılı olan devletlerin de bir şekilde savaş sonunda savaşın da galibi olduklarını görmek bu tür faaliyetlerin önemini ve savaş sonucuna olan etkisini göstermesi bakımından oldukça önemlidir.

Osmanlı Devleti ise bu süreçte bu tür faaliyetlere hazırlıksız yakalandığını rahatlıkla ifade edebiliriz. Ancak savaş içerisinde bazı eksikliklerin fark edilmesi ile bazı adımlar atılmıştır. Harp Mecmuası, cephelere şair ve yazarların gönderilmesi buna örnek olarak verilebilir. Fakat hiçbir şey yapılmamıştır demek imkânsızdır. Alt yapı ve teknik araç gereç sıkıntısı, dil bilen eleman eksikliği vesaire bu tür faaliyetlerin cılız kalmasında diğer nedenlerdendir. Osmanlı Devleti ise bu tür eksiklikleri savaşta müttefiki olan Almanya ve Avusturya’dan sağladığı teknik destek ve elemanlarla ortadan kaldırmaya çalışmıştır.

Almanların İstanbul’a gelip cephelerdeki durum hakkında yapılan resim, şiir vs sanat eserlerinin teşhir edilmesi için düzenlenen sanat sergileri buna örnek olarak verilebilir. Bunun yanında Avusturyalı Gold Scmith gibi cepheden cepheye dolaşıp ortak bir cephe oluşturmak için gelen elemanlarda buna örnektir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir