Siyaset üstü ne demektir?

Siyaset üstü, Türkiye’de sıkça duyduğumuz tabirlerden biridir. Her şeyin siyasallaştığı bir ortamda neyin siyaset, neyin siyaset üstü olduğu aslında çok ince bir çizgiyle birbirinden ayrılıyordur. Ancak ince çizgilerin muğlaklaştığı bu gibi dönemlerde bu ayrıda varmak pek çok açıdan sorunlu hale gelir.

Özellikle kuvvetler ayrılığının temsil edildiği demokrasilerde, pek çok kurum ve kişi siyaset üstü olarak ifade edilir. Bir de bazı tarihi ve kültürel değerler de siyaset üstüdür. Bu kişiler ve kurumlar ile tarihi figürler açısından siyaset nedir ve siyaset üstü ne demektir açıklamak gerekiyor.

Siyaset’in içinde bir siyaset: Siyaset üstü

Siyaset üstü tabirini aslında siyasetin içinde değerlendirmek gerekmektedir. Bu, siyasete aslında yön vermekle alakalı bir görüştür. Bir ülkenin kurucu lideri, o ülkede siyaset üstü kabul edilirken aslında kurmuş olduğu devletin siyasetini dizayn etmesi ve o yönetim ilkelerini belirlemesinden kaynaklanmaktadır. Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’nin banisidir. Yani kurucusudur. Bu sebeple bu ülkede Atatürk’ün siyaset üstü bir figür olduğunu kabul etmekle işe başlayalım.

CHP’nin Atatürk’ün siyasi kimliğini sahiplenmesi her ne kadar onun siyaset içine çekilmesi için bir çalışma olsa da, bugünkü CHP’nin Atatürk’ün siyasi görüşünü savunduğunu söylemek oldukça güç. Netice itibariyle olaya şöyle bakmak gerekiyor, Atatürk bugün yaşıyor olsaydı, CHP’nin bugünkü görüşleri ve ilkelerini aynen tatbik eder miydi?

Atatürk solcu muydu sağcı mıydı başlıklı yazımızda, Atatürk’ün kendi ideolojisi olan Atatürk ilkelerini ortaya attığı devirde bugünkü anlamda bir sağcılık ve solculuk fikirlerinin hayatta olmadığını, dolayısıyla bugün böyle bakamayacağımızı ifade etmiştik. Ancak bu sefer yeni bir soru sormamız gerekiyor:

Atatürk Siyaset Üstü Bir Kişi midir?

Atatürk’ü siyaset içinde ve siyaset dışında değerlendirmemiz mümkündür. “Atatürk’ün muhalifleri vardı, kendi siyasi partisi vardı. Dolayısıyla siyasi bir figürdü” demek, onu siyaset içine çekmek için bir davranıştır.

Fakat, burada başka merhalelerden de bakmak gerekiyor. Tarihte yaşamış ve bugün hala kendisine saygı duyulan pek çok ismin muhalifleri vardı. Her tarihi figür, kendi çağı içinde kendisine rakip olan bazı kişilerle ettiği kavgaları kazanarak bugün adını tarihe yazdırabildi.

Örneğin, Gandi, İngiltere İmparatorluğu’yla kavga etti. Bu kavgayı kazanınca bu sefer karşısına Cinnah çıktı. Gandi, başarıyla yürüttüğü bir antiemperyalist mücadele neticesinde Hindistan’ın bağımsızlığını kazandı ancak Müslüman Hindu kavgası neticesinde bölünmesine mani olamadı. Kendi muhalifleri vardı. Kendisi parti lideri olmasa da Hindistan’ın bağımsızlığında destek verdiği bir partisi de vardı. Bu parti de hala Hindistan’ın siyasi hayatında yer almaktadır. Biz Gandi için siyasi bir figür diyemiyoruz.

Hz. Muhammed (SAV), kendine muhalif bazı kişiler vardı. O devrin siyaset anlayışı bugün olmamasına karşın, bir siyasi duruşu ve anlattıklarından (Hadis) yola çıkarak bir toplum mühendisliği de yapılmakta. Dolayısıyla onun için de bir siyasi lider, dini lider ve kültürel lider gözüyle bakmak mümkündür. Ancak Hz. Muhammed’in gördüğü kabul ile, onu siyaset üstü bir kişi olarak addetmemiz de mümkündür.

Atatürk de tıpkı Gandi gibi verdiği emperyalist mücadele ile dünyada saygı duyulan bir liderdir. Elbette kendi partisi ve muhalifleri vardır. Ancak Atatürk’ü siyaset üstü yapan pek çok unsur vardır.

Siyaset Üstü Olmanın Faktörleri

Siyaset üstü olabilmek için öncelikle toplum genelinden pek çok açıdan kabul görmek gerekir. Bu kabul, aynı zamanda muhalif görüşlerin de belli bir saygı çerçevesinde bakmasını gerektirir. Fakat her şeyden önce, siyaset üstü olmak, siyasete karar vermek fakat bu kararı verirken, siyasi ikbalin tehlikeye sokulmasını da gerektirebilir. Veya siyasi kararları siyaseten almamak olarak değerlendirebiliriz.

Atatürk örneğinden devam etmek gerekirse, Atatürk, banisi olduğu devletin halkının dindarlığını iyi bilmesine rağmen neden ülkesini şeriat ile idare edilen bir devlet şekline sokmadı da tam bağımsız ve demokratik bir düşünce ile batılı bir devlet modeline evirmek istedi? İşte bu görüş, Atatürk’ü siyaset üstü bir noktaya taşımaktadır.

Diğer taraftan “önder” olmak, siyaset üstü olmak için bir ön koşuldur. Burada hem Atatürk, hem Gandi, hem de Hz. Muhammed örnekleriyle ilerleyebiliriz. Atatürk işgale uğramış bir devletin bağımsızlığını eşi benzeri görülmemiş bir mücadeleyle kazandı. Bu devletlerden biri de İngiltere’ydi.

Gandi, Hindistan’da tam bir yönetime sahip İngiltere’yi “pasif direniş” prensipleriyle yenmeyi başardı. Gandi’nin arzuladığı bir diğer şey ise, Müslüman ve Hinduların barış içinde yaşamasıydı.

Hz. Muhammed, putlara ve putperestlere karşı verdiği bir mücadeleyle Arap Yarım Adası’nda bir İslam Devleti kurdu. Bu İslam Devleti zaman içinde Emevi Devleti ve Abbasi Devleti ile devam etti.

Siyasete Karar Vermek

Siyasete karar vermek de bir siyaset üstü duruşun neticesidir diyebiliriz. Verdiğimiz üç örnekte, Atatürk milli mücadelenin şekline ve ardından kurduğu devletin şekline karar vermiştir. Gandi, İngiltere’ye karşı yürütülecek mücadelenin şekline karar vermiştir. Ardından Hindistan’ın nasıl yönetileceğine de karar vermiş olsa da bunda başarılı olamamıştır. Hz. Muhammed, bir dini, siyasi bir şekilde, yani devletlerin bu din ile nasıl idare edileceğine karar vererek “şeriat” prensibini dolayısıyla “şeriat devleti” modelini ortaya atmış ilk insan olmuştur.

Dolayısıyla, siyaset üstü kişilerin, siyasete karar verdiğini de görebiliriz.

Peki bu durumda bu kişiler siyaset üstü değil de, tam olarak siyasi kişiler olmaz mı?

Burada kişisel görüşler devreye girebilir. Bir kişiyi siyasi veya siyaset üstü olarak kabul edip etmemek tamamen şahsi yargılardan beslenir. Dolayısıyla bu kişilerden hepsini ya siyasi ya da siyaset üstü görebilmek mümkündür.

Siyaset Üstü Kurumlar Var mıdır?

Siyaset üstü bir kişi için ne kadar tartışmalı bir kavram olsa da kurumlar için tartışmaya o kadar kapalıdır. Türkiye Cumhuriyeti’nde var olan kurumlar özelinde olaya bakmak gerekir.

Bugün yine üstte bahsettiğimiz gibi, siyasi olan ile olmayan kavramlar iç içe geçmiş olsa da bu konuda doğru bir fikir ortaya atmak elzemdir. Çünkü siyasi olan ile olmayan arasındaki ince çizgi son derece fludur.

Günlük siyasetin müdahale edebildiği kurumlar için siyasidir eleştirisi yapıyoruz. Bu eleştiri son derece doğru ve olağan bir eleştiridir. Ancak bu yeterli değildir. Örneğin, bugün Türkiye Futbol Federasyonu siyasetin karışamadığı bir kurum olsaydı, TFF için “siyaset üstü bir kurumdur” diyemezdik. Çünkü alanı zaten siyaset ile ilgili değildir.

O halde bir kurumun siyaset üstü olup olmadığı, onun siyasetle ne kadar alakalı olduğuyla da alakalıdır.

O halde bazı örneklerle yola devam edebiliriz. Örneğin, Anayasa Mahkemesi, bugün her ne kadar siyasi eleştirilerin bir hedefi olsa da, Anayasa ile pozisyonu belirlenmiştir. Anayasa, siyasetin tüm yetki ve alanlarının üzerindedir. Zira Anayasa, siyasetin çevresini şekillendirmiştir. Bugün, Türkiye’de anında bir hilafetin ilan edilememesi veya yönetim şeklinin krallık olarak ilan edilememesi, her şeyden öte, bağımsız bir hukuk devleti olmanın birincil koşulu Anayasadır. Anayasa Mahkemesi ise, Türkiye’de alınan kararlar, mahkemelerde verilen hükümlerle alakalı tam olarak bu karar ve hükümlerin anayasaya uygunluğuna karar veren merciidir. Dolayısıyla Anayasa da Anayasa Mahkemesi de siyaset üstüdür.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin tüzel kişiliği de aynı şekildedir. Meclisi oluşturan partiler siyasi oluşumlardır. Oradaki 650 millet vekilinin her biri teker teker siyasi kişilerdir. Ancak TBMM, yerine getirdiği yasama faaliyetleri çerçevesinde siyasetin net olarak üstündedir.

Tam da buraya bir okuma önerisi bırakmak gerekiyor: Efsender Korkmaz; Siyaset üstü düşünmek!

Kurumların Yapısı

Bu kurumların yapısı, Türkiye’de tartışmaya açılmıştır. Ancka tartışmaya kapalı olduğu konusunda pek çok yurttaş itirazlarını dile getirmektedir. Bu itirazların başarılı olup olmamasının da pek bir önemi yok. Ancak siyasetin, kendinin üstünde olan kurum ve kuruluşları şekillendirebildiğini gördüğümüz bir dönemden geçiyoruz. Bu sebeple bu dönemi ayrı bir şekilde değerlendirmek gerekmektedir.

Her dönem kendi içinde değerlendirilir. Ancak bu değerlendirme bu dönemlerin üzerinden yıllar geçtikten sonra değerlendirilir. Atatürk’ü kendi dönemi içinde yargılıyor olsaydık, ona net olarak siyasi bir figürdür diyebilirdik. Bugün Recep Tayyip Erdoğan’a siyasi bir figürdür dememek ne kadar mümkün? Kendi muhalifleriyle kavga eden ve bu kavgalardan beslenen bir siyasi parti lideridir. Ancak bundan yıllar geçtikten sonra, bugünlerin sonunda geleceğimiz nokta da buna bakış açımızda etkili olacaktır.

Biraz dönüp geriye doğu baktığımızda, Cumhurbaşkanlığı kurumunun, cumhurbaşkanı olan kişinin şahsi varlığından üstte bir yerde konumlandığını görüyoruz. Yani cumhurbaşkanı cumhurbaşkanlığını değil, cumhurbaşkanlığı kurumu cumhurbaşkanını var ediyordu.

1980 Darbesi sonrasında Kenan Evren referandumla cumhurbaşkanı seçilerek kendisini siyaset üstü ilan etti. Ancak aradan geçen 40 yılın üzerinde bir zaman sonra görüyoruz ki Kenan Evren siyaset üstü olamadı.

Fakat ondan sonra bu koltuğa oturan Turgut Özal ve Süleyman Demirel için bu tabirleri kullanabiliyoruz. İkisi de partili cumhurbaşkanı olarak partilerinden istifa etmiş ve cumhurbaşkanı olmuşlardı. Cumhrubaşkanlığı yaptıkları süre boyunca, siyaset sahnesinde yer alan bütün partilere mümkün mertebe eşit yakaşmaya çalışmış ve bulundukları makama uygun hareket etmişlerdi. Ne Turgut Özal’ın Anap’a özel bir ilgisi, ne de Süleyman Demirel’in DYP’ye özel bir ilgisi vardı. Verdikleri kararlarda, oldukları makamın tarafsız bir duruş sergilenmesi gereken makamlar olduğunu benimsemiş ve bu şekilde davranmışlardı.

Kişiler Kurumları Dönüştürür

Süleyman Demirel’den sonra cumhurbaşkanı olan Ahmet Necdet Sezer, Anayasa Mahkemesi başkanı olarak geldiği bu makamda aslında siyaset üstü tabirine en uygun davranan kişi olmuştur.

Kendisinin de sevmeyeni çoktur. Hatta eleştirilmiştir. Öncelikle 2001 krizine giden yolda, kendisini Cumhurbaşkanı yapan Bülent Ecevit’e karşı hiçbir özel ilgisi yoktu, ki “Anayasa Kitapçığı” tartışmalarıyla ekonomik kriz patlak vermişti. Fakat 2002 itibariyle Ak Parti Hükümetiyle yaşadığı sürtüşmeler onun eleştirilerin odağı olmasına sebep olmuştu. Fakat gerçekte böyle bir sürtüşmenin olup olmadığını anlamak için meclisten gelen tüm kararların veto edilip edilmediğine de bakmak gerekir.

Cumhurbaşkanlığı süresi sona erdikten sonra Ahmet Necdet Sezer’in siyasi hiçbir tartışmaya girmemesi de bunun bir göstergesidir. Ancak Ahmet Necdet Sezer için bugün siyaset üstü tabirini kullanamıyoruz. Çünkü, kendisi bir siyaset bilgesi olarak bugün fikri sorulan bir kişi değildir. Dolayısıyla Sezer için, siyaset üstü bir kurum olan Cumhurbaşkanlığı makamını, makama yaraşır bir şekilde idare etmiş ve ardından devrederek görevini tamamlamıştır diyebiliriz.

Ardından gelen Abdullah Gül için bir “gölge” cumhurbaşkanı tabiri kullanılır. Kendisini Cumhurbaşkanı yapan Recep Tayyip Erdoğan’a görev süresi içinde tam bir bağlılık göstermiş ve başbakanın gölgesinde kalmış Abdullah Gül, görev süresi tamamlandıktan sonra koltuğunu Recep Tayyip Erdoğan’a devretmiştir.

Dolayısıyla, Cumhurbaşkanlığı kurumunun dönüştürülmesinde ilk adımı kendisi atmıştır diyebiliriz. Ardından gelen Recep Tayyip Erdoğan döneminde yönetim şekli de “Başkanlık sistemi” olarak evrilip, “partili cumhurbaşkanı” devri başladığı için bu kurumun bugünkü şeklinin bundan önceki şekli ile bir olmadığını söylemek mümkündür. Dolayısıyla cumhurbaşkanlığı makamı bugün siyasi bir makam olarak görülse de esas kanaatimiz bu dönemin sona ermesinin üzerinden belli bir zaman geçtikten sonra oluşacaktır.

Siyasi ile Siyaset Üstü Kavgası

Bugün Türkiye’de siyaset üstü bir kurumun varlığından söz etmek oldukça güç. Olan tüm olayları okuduğumuz zaman bunu net olarak görebiliyoruz. Bugün, belli bir siyasi görüşe müsamaha tanınıyorsa ve belli bir görüşe de taviz verilmiyorsa, adalet önünde bir eşitlikten söz etmek mümkün olmayacaktır. Ancak toplumda infiale sebep olan bazı münferit olayların ve faillerinin cezalandırıldığını görmek, umudun tam olarak yok olmadığının bir göstergesi.

Anayasa Mahkemesi’nin mevcut üyelerinin neredeyse tamamının mevcut cumhurbaşkanı veya meclis tarafından atandığını görüyoruz. Bu ortamda bile cumhurbaşkanı ile fikir ayrılığına düşebilmesi, onu siyaset üstü bir noktaya taşımak için yeterlidir. Fakat bu kararın uygulanmaması, Anayasanın ihlali anlamına geliyor. Göz göre göre Anayasa’nın ihlal edilebildiği bir ortamda ise Anayasa Mahkemesi’nin siyaset üstü olduğunu tartışmaya açıyor. Çünkü siyaset üstü bir kurumun siyaseti şekillendirebiliyor olması ve tartışmaya kapalı olması gerekiyor.

Fakat bunu da karıştırmamak gerekir. Anayasa Mahkemesi’nin verdiği bir kararın, Anayasa’ya uygun olmadığını düşünen insanlar, özellikle de bu konuda eğitimi ve bilgisi kabul görülen kişilerse eleştirebilir. “Anayasa Mahkemesi bu konuda yanlış karar vermiştir” denilebilir. Fakat bu kanıda olunsa bile, Anayasal sistemin zarar görmemesi için kararın uygulanması gerekir. Kararı tartışmak bambaşka bir meseledir.

Anayasayı Tartışmaya Açmak

Anayasa’nın tartışmaya açılması demokratik her toplumda olması gereken şeylerden biridir. Anayasa’nın tartışmaya açılması, Anayasa’ya zarar vermez. Aksine, eksikliklerinin giderilmesine vesile olur. Tartışmalı maddeler değiştirilir veya yeni bir Anayasa yapılır. Ama sonuç itibariyle bu sefer değiştirilen veya yenisi yapılan Anayasa’ya gereken ehemmiyet gösterilir.

Fakat bu değişiklik yapılana kadar da “hukukun geriye dönük olarak işletilmemesi” ilkesi gereğince, Anayasa’nın o zamanaka kadarki hükümleri, o zamana kadarki suçlar için geçerli olup, ondan sonraki süreçte yeni hükümler uygulanır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir